Yaşlı adam eğilip üzerine bastığı kumlardan bir kısmını avuçladı. Kumlar parmaklarının arasından kayıp giderken 'sahte' diye düşündü, gerçek kumun nasıl olduğunu bilen onun gibi yaşlılar silinip gittiğinde aradaki farkı anlayacak kimsecikler kalmayacaktı ve bu sahte kum, geriye kalan insanlık için gerçek kum olacaktı. Zaten tüm kumsal, hatta halkın deniz dediği bu gölet de sahteydi. Şehri sınırlandıran kubbenin dışından devam ediyormuş gibi görünse de bu, bir yanılsamadan ibaretti.
Kubbeler. Yaşlı adam –Cassius- henüz çocukken tartışılıyordu bu kubbeler. Ozon tabakasının kararsızlaşıp güneş ışınlarının ölüm dağıtmaya başlamasıydı kubbelerin tartışılmasının sebebi. Tehlikeli güneş ışınları –Güneş Krizi- milyonları cilt kanseri yapmış, soruna çözüm üretemeyen devlet kurumunu ise yakıp kül etmişti. Devletin kaybettiği hükümet etme yetisini güneş ışınlarını dizginleyen kubbeleri geliştiren Sentetik ve Organik Araştırma –SOA- şirketi sahiplenmişti. Bu olduğunda ise Cassius artık genç bir adamdı ve SOA'da genetik mühendislik bölümünde staj yapıyordu; önünde parlak bir meslek yaşamı olan, gelecek vaadeden bir mühendis adayıydı. Güneş Krizini birkaç çirkin görünüşlü yanık izi ile atlatan şanslı kişilerdendi.
Önemli şehirlerin üzerine kubbeler dikilmiş, nüfus bu şehirlere toplanmıştı. Kubbe Kentler arasına ulaşım tünelleri inşa edilmişti. Yeni kurulan şehirlerdeki sınıf yapıları eskilerinden pek de farklı değildi; zenginler ve mevki sahipleri şehrin tadını çıkarırlarken yoksullar, buldukları yerlerde –tünellerde, arka sokaklarda- yaşamlarını sürdürme mücadelesi veriyorlardı. İnsanlık, gezegendeki yaşamı kurtaran SOA'yı yüceltirken küçük bir kesim ise SOA'nın bu işten çok kârlı çıktığını düşünüyor ve daha da kötüsünden -ilk etapta SOA tüm bunların sebebi miydi?- şüpheleniyordu. Hatta kimi şehirlerde ufak tefek devrimci fikirler ortaya çıkmıştı. Duvar yazıları, kaynağı belirsiz fanzinler, Global Ağ sistemindeki anonim girdiler gibi yollarla varlıklarını belli ediyor olsalar da somut bir hareket yapacak kadar güçlü görünmüyorlardı. Yine de SOA'da olumsuz bir olay olduğunda (mesela bir yönetici zamansız ve şüpheli bir ölüme kurban gittiğinde) basın hemen bu aykırı fikirleri gündeme getirir ve bunu bastırılması gereken tehlikeli bir isyan olarak gösterirdi. Halk ise etkilenmeye her zaman açıktı.
'Aptallar' diye düşünüyordu Cassius, 'kendilerini kurtarabilecek fikirlere sırtlarını dönüyor ve şeytan ile işbirliği yapıyorlar.'
Cassius kumsalda -insanların deniz dediği- gölete doğru yürüyordu. İçinde kaynayan duyguları ehlilleştirmeye çalışıyor, titremesini bastırmaya uğraşıyordu.Yirmi yıl önce olanları düşündü, belki de her şeyi en başından düşünmeliydi. Titreyen elini pantolonunun cebine soktu, yirmi yıldır üzerinde taşıdığı, yanından ayırmadığı çakıl taşını tuttu. Dokusu pürüzsüzdü, parmağı üzerinden kayıyor, şekil olarak kusursuz bir asimetri sergiliyordu. Çakıltaşı yapaydı, tüm dünya gibi.
Yirmi Beş Yıl Önce
"Başardık" dedi Cassius karşısındakilere, "bu odada duran bizler, birer tanrıyız; insanlığın, hayır, yeni insanlığın altın çağını başlatan tanrılarız. Tüm dinler sadece bir tanrının canlı organizma yaratabileceğini iddia ediyorlardı, biz bunu çürüttük; insan olarak –semavi değil, etten kemikten varlıklar olarak- yeni bir tür insan yarattık. Sonsuza kadar dayanabilecek, ölümsüz hücreyi ürettik." Odadaki meslektaşlarına ve genç stajyerlere projenin teknik detaylarını uzun uzun anlattı.
"Peki, eğer onlardan kurtulmak istersek bunu nasıl yapacağız?" konuşmayı dinleyen stajyerlerden birisi sordu, "Ölmeyen varlıklar tehlikeli olmazlar mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeni Tanrılar
FantascienzaYeni Tanrılar, yeni yaşamlar yaratıyorlar. Yarattıkları bedenlere yaşamı üflüyorlar. Ancak, onlar da -tıpkı eski tanrılar gibi- yarattıklarını kontrol edemiyorlar.