𝟐. 𝐈𝐧𝐠𝐫𝐞𝐝𝐢𝐚𝐧𝐭𝐬

56 7 1
                                    

𝘐𝘯𝘴𝘪𝘥𝘦 𝘰𝘧 𝘔𝘦

Jimin
Arkasından gelen kaba ses aşina olmadığı türdendi gencin, buralardan olmadığı çok belliydi. Nefesinin kokusundan sarhoş olduğunu anlamamak mümkün değildi. İçinden kendine haykırdı yine, 'Neden dikkat etmezsin ki içeri girerken kimin olup olmadığına?' diye. Bir kere daha lanet etti kendine, bu dikkatsizliğine, hatalarına. Adam yaklaşıyordu gence gitgide. Yüzünde; pis, yirmi metre uzaktan bile algılanabilecek iğrenç bir ifadeyle yaklaşıyordu. Bu tiksindirici ifadeyi gayet iyi biliyordu Jimin, canlanmıştı silmek istediği anılar bir kez daha. Artık ne unutabilir ne de kaçabilirdi, hatırlamıştı bir kere. Unutmak ne kadar zorsa hatırlamak bir o kadar kolaydı; en acı şekilde deneyimleyip öğrenmişti bunu genç. Yine çaresiz hissetti kendini, kapana sıkışmış tutsak bir kuş gibi... Halbuki o, kanatları olmadan da yaşamaya razı olmuştu... O zaman neydi bu amansız yarış, ne içindi bu oyun? 

Geri gitti genç, gidebildiği kadar geriye. Ama dayanmıştı uçurumun kenarına; bu sefer ne atacak adımı, ne de gidecek gücü vardı. Geri çekilmek, çaresiz olmak istemedi bu sefer; zaten hiçbir zaman da istememişti. Durdurdu kendini; ayakları geriye gitmek, bir köşeye sinmek yerine ileri adım attı. Bu sefer olmayacak, tekrarlanmayacak yaşananlar dedi. Üstüne gelen adam durmamıştı, kendisi de durmadı; aynı hızda birbirlerine yaklaşırken genç sert bir çıkışla sehpadaki vazoyu tuttuğu gibi adamın kafasına geçirdi. Ne öldürecek ne de uzun süre baygın bırakacak sertti. Adam ayılmadan bir hışımla çıktı odadan boş bir zihinle. 

Koşarak terasa çıktı, biri onu şu halde görse bile umursayacak halde değildi. Şu an ihtiyacı olan tek şey bir dal sigara ve biraz da ağlamaktı. En azından yanına paketi alabilmişti. ''Lanet olsun...'' Titrek sesi bir fısıltı gibi, neredeyse duyulmayacaktı. Yanakları ve dudakları soğuktan kızarmış, gözlerinde biriken küçük damlalar yavaş yavaş dökülmeye başlamıştı. Titreyen parmaklarıyla sigarasını paketten çıkartmaya çalışıyordu, sonunda başardı ve bir dalı dudaklarının arasına koydu. Eli diğer cebine gitti, ancak hissettiği boşluk onu şaşırtmıştı. Kurtulup rahatlamak adına sigara içmeye çıkmıştı ancak çakmağını yanına alamamıştı bile. İşte o an yeniden fark etti, Park Jimin gerçekten acınasıydı. O parlak ışıkların altında ne kadar göz alıcı olsa da,  o da aslında herkes gibi acınasıydı. 

Taehyung
Onu o halde gördükten sonra oyalanmaya başladım, sanki daha deminki bakışları  sebebini öğrenmek istemiyormuş gibi. Sanki... Sanki o bakışları oradan alıp gözlerini özgürlüğe kavuşturmak istemiyormuş gibi davranmaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü beceremedim. Kalbim için, onun kalbi için tehlikeli olduğunu bilmeme rağmen dayanamadım. Beş ya da on dakika sonra ben de arkasından terasa çıktım, ancak hiç böyle bir görüntüyle karşılaşmayı beklemiyordum...

Terasa çıktığım an notalarını çaldığım bu hayatta; yaptığım hatanın sadece yanlış tuşa basmaktan ibaret olmadığını, aslında koskoca bir sayfayı atladığım çarpılmıştı yüzüme aynı bir kağıt kesiği gibi. Sıyırıp geçmişti beni... Atlamıştım, onun gözlerinin gösterdiklerini değil anlatmak istediklerini atlamıştım. 

Önümde zangır zangır titremesi artarken kendime gelmek için çabaladım, şu an kafamı toparlayıp, düşüncelerimi uzaklaştırıp ona yardım etmem lazımdı. Odak noktası düşüncelerim değil, o olmalıydı. Bunu kanıtlarcasına saçlarını yolmaya çalışması, sanki çok önemli bir şey arıyormuş gibi her yeri büyük bir öfkeyle, belki de bir üzüntüyle dağıtırken olayları izleyen benim bile canı acımıştı. 

Hiç düşünmeden büyük bir istekle onu kollarımın arasına almak; kumdan kalemin içinde saklamak, korumak için ona bu güçsüz kalenin kapısını açıp onu içeriye davet etmek için yanına yaklaştım. 

𝐁𝐥𝐚𝐜𝐤 𝐖𝐢𝐧𝐞 | 暗闇 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin