İnsanların hayatlarında dönüm noktaları vardır. İlkokula başladıklarında, ortaokula geçtiklerinde, ardından lise döneminde... Üniversite ise tamamen bambaşka bir şeydi. Üniversite büyümek demekti. Yani, gerçekten büyümeyi kastediyorum. Üniversiteye geçtiğinizde, bundan üç beş sene sonra o çok korkutucu gözüken hayata atılacağınızın bilincinde olurdunuz. Lise daha kolaydı. Sınavlarda kopya çekilir, sınıfın maçlarında sınıf desteklenir, son sene de herkesin götü tutuştuğu için ders çalışılmaya başlanırdı. Kocaman amfide Beren'in yanında otururken tek düşünebildiğim büyümek istemediğimdi. Hazır değildim.
Ben daha çocuktum.
Öyle olmalıydım. Doğru düzgün çocukluğumu yaşayamamıştım ve şimdi de gelmiş burada tiyatro tarihi üzerine aralıksız bir saattir konuşan esmer kadını dinliyordum. Açıkçası dediklerinin tek kelimesine bile odaklanamıyordum, çünkü arkamdaki salak bütün ders boyunca telefonundan saçma sapan sesler çıkan aptal oyunu oynamıştı. Özellikle arkama oturmuştu. Sırf beni sinir etmek için. Aldırmamaya çalıştım. Yeni başladığım için benimle uğraşıyordu sadece, o kadar her ne kadar nedenini bilmesem de. Ona kafa tuttuğum içindi belki de? Etrafıma bakındığımda gülmemek için kendimle büyük bir savaş verirken ağzımdan haffi bir kıkırtı kaçınca Beren bana döndü.
"Neye gülüyorsun?"
Başımla kocaman amfiyi gösterdiğimde "Herkes uyumak üzere," dedim, tekrar ona döndüm. "Bu ders hep böyle mi geçer?"
"Genelde Safiye Hoca çok konuştuğu için herkes uyur, evet." Abartılı bir ifadeyle gözlerini devirirken hafifçe güldüm.
"Herkes değil."
Arkamdan gelen sesle yüzümdeki gülümseme yavaşça solmuştu. Her şeye karışmak zorunda mıydı? Beren gülerek ona dönerken "Tabi, Doruk genelde oyun oynar ya da derse girmez ama en yüksek notu da hep o alır." dedi, ardından bana döndü. Açıkçası derse girmemesine veya girdiğine oyun oynamasına şaşırmamıştım.
Doruk'a bakarken "En yüksek notu mu alıyorsun?" derken buldum kendimi. Neden bunu sesli söylediğim hakkında en ufak fikrim yokken Doruk umursamaz bir şekilde telefonunu kapatıp cebine koyarken omuz silkti. "Zeka meselesi, ufaklık."
"Bana ufaklık deme."
"Sabah bu konuyu aştığımızı sanıyordum, çömez yerine ufaklık? Hatırladın mı?" Gözleri nasıl bu kadar koyu renk olabilirdi? Her baktığımda dediklerimi unutuyordum, düşüncelerimi bir sıraya sokmam gerekiyordu ama yinede ona dik dik bakmaya devam ettim. Belki bu kadar sinir bozucu biri olmasaydı hoş sayılabilirdi. Tamam, kimi kandırıyordum çocuk gördüğüm en güzel şeydi. Ama sinir bozucuydu, nokta.
"Senin derdin ne, Allah aşkına?" derken sitemle ona çevirdim gövdemi, Beren şaşkınlıkla bir bana bir Doruk'a bakıyordu. "Sorunların falan mı var?" Doruk arkamda oturduğu için bir süre tepeden bana baktı, hemen sonra oturduğu yerde öne doğru eğilip ellerini dizlerinin arasında kenetleyip yüzlerimizi hizaladı. "Belki."
"Belki mi?" Sabır dilercesine gözlerimi bir süre kapattıktan sonra sakin olmaya çalışarak Beren'e baktım. "Bunun nesiyle arkadaşsın sen?" Beren gözleri şaşkınlıktan iri iri olmuş bize bakarken hiç bir şey anlamadığını biliyordum, açıklamaya da pek niyetim yoktu aslında. Daha o cevap veremeden tekrar Doruk'a çevirdim yüzümü. "Sen, sorunlusun."
Doruk'un yüzünde mimik oynamıyordu, ne düşündüğünü anlamıyordum ama eğlendiğine emindim. Bulmuştu benim gibi salak birinci sınıfı eğlenmesine bakıyordu tabi. Kaşlarını hafifçe yukarı kaldırırken "Bu senin ufaklık olduğun gerçeğini değiştirmiyor." dedi. Oturtuğu yere bıraktığı ceketini alırken Beren'e ve bana son bir kez bakıp kapıya doğru ilerledi ve sınıftan çıktı. Pekala, bu biraz havalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ROMEO
Teen Fiction"Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı. Bak, nasıl da dayamış yanağını eline! Ah, eline giydiği eldiven olaydım da Dokunaydım yanağına." O'ydu. Bir an da Romeo olmuştu sanki. Gece kadar karanlık, ucu bucağı olmayan bakışlarını bana çevird...