handle it

205 22 18
                                    

yatağın sol tarafı boştu, tıpkı birkaç haftadır olduğu gibi. ufaktan alışır gibi olmaya başlıyordum ama aynı zamanda reddediyordum alışmayı.

perde aralığından vuran güneş ışınları parıltıyı abartarak gözlerime kısa bir rahatsızlık verip uyandırmıştı beni. birkaç dakika uykulu gözlerimin tamamen açılmasını beklerken, nihayetinde kendime gelsem de henüz ayağa kalkıp güneşin odamı doldurmasına izin verecek motiveye ulaşamamıştım. çocuklaşıp mızmızlanacak derecede özleme bürünmüştüm günlerdir ve hak ediyordum yatağa gömülü kalmayı.

bir süre önce mina ile tatlı bir karara varıp şehrin en güzel sokaklarından birinde ufak bir atölye açmıştık. net bir tanımı yoktu ama tek amacı sanata dair ilgisi olan çocuklara/gençlere bir şeyler katabilmekti. mina, dans ve bale eğitimi verirken ben ise çizim dersleri veriyordum. gelirimizi buradan sağlıyorduk ve hem okulların başlaması nedeniyle, hem de kendi tatil ihtiyacımız için kısa bir süreliğine ara verdik işlerimize. şu anda da o zaman diliminin içindeydik. mina, japonya'ya, ailesini görmeye gitmişti. planı yaklaşık bir ay kalacağı yönündeydi ama gitmeden evvel eklediği 'bir ay da sürmeyebilir' cümlesi daha erken dönme ihtimaliyle doldurmuştu beni.

kendi ailemle aramızda pek mesafe olmadığından ötürü tatil veya değil, her zaman görüşebiliyordum ama kız arkadaşımınki biraz farklıydı. açık olmam gerekirse vakit geçirebileceğim herhangi bir çevre ortamım da yoktu -ki hâlâ dışarı çıkmaya bayıldığım söylenemez, dolayısıyla günlerim oldukça sıkıcı geçiyordu. kitap okuyordum, yüksek sesle müzik dinliyor ve söylüyordum dans eşliğinde, sokağa çıkıp köpeği gezdiriyordum; mina'ya tattırmak için çeşitlerce yeni yemek tarifi öğrenip birçoğunu batırıyordum ve mutfak toplamakla uğraşıyordum fakat sıkıcıydı işte. birkaç sene önce yalnız yaşadığım gerçeği beni hayrete düşürüyordu son zamanlarda.

günler geçmek bilmiyordu. öyle ki sanki onsuz hayatta bir şeylerin tadını çıkarmak bugüne dek taşıdığım en ağır yüklerden biri gibiydi. yalnız yaşamayı bilmiyordum artık, silivermişti beynimden.

"ayrılmışız gibi davranmayı hızla bırakmam gerekiyor...", diye söylendim mutfağa doğru geçerken koridordaki aynaya karşı.

/

chaeyoung
günaydın!!

duygusal destek hattı

hemen aramazsan kendimi imha edeceğim

mina
a erken uyanmışız

yeni uyandım ben de sevgilim

bekleyebilir misin kalkmam için

chaeyoung
yangına körükle gitmiş olursun

sabahları uykundan yeni kalkmış haline ne kadar aç olduğumu bilmiyorsun çünkü

mina
ha

tamam

/

aramasını yanıtladığım gibi dile dizdiğim cümleler mina'yı şaşkınlıkla gülmelere boğmuştu. ikimiz de benim aptal olduğum konusunda hemfikirdik. şakalar, birbirimizi arzulamalar, hayatımızda olan biten gelişmeler ve de gelişmemeler... en sıradan şeylerin dahi detayına kadar inip anlatıyordu. kulağıma müzik gibiydi.

pek de güzelleşmişti. bir insan ne kadar güzel olabilirse o da o kadar güzeldi. güzelliği ikiye katlanıyordu gün geçtikçe. onun yüzünden anlamını değiştirdiler sözlükte bu kelimenin.

bir saat kadar konuşmamızın ardından moralimin yerine oturması sabahki olan somurtkanlığımı da dindirmişti. telefonu kapattıktan sonra kocaman sırıtarak yatak odasına gidip hazırlanmaya başlamıştım. rutinlerimi kaldığım yerden sürdürüp köpeğimizi dışarı çıkartacaktım.

born this way, michaengHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin