Hyunjin genel olarak temas etmeyi çok seven bir insan değildi. Elbette ben onun kucağına resmen tırmanıp sarıldığımda falan beni itmemişti hiç ama özellikle yeni insanlara değebileceği her türlü durumdan dikkatle kaçınır, kalabalıktan da sırf bu yüzden nefret ederdi. Hatta bir keresinde sokakta gezerken bir adam eline değdi diye o kadar hızlı geri çekilmişti ki neredeyse düşüyordum. Diğer yandan-bundan bahsetmek biraz utanç verici ama- öpüşmeye bayılıyordu. Kaç kere okulda birilerine yakalandığımızı bilmiyorum ve yemin ederim her seferinde utançtan geberiyordum ama Hyunjin iki gün sonra yine beni bir köşeye çekip dudaklarıma yapışıveriyordu.
Müdürümüzün biraz gevşememiz için programımıza eklediği beden dersinde, Jisung'un bacaklarında uzanırken gözlerim Yu Jimin'in şişip kızaran dudaklarındaydı. Arkadaşlarıyla konuşup gülüşerek ısınma hareketleri yaparken ellerinden biri sürekli dudaklarına gidiyor, bıraktığı hafif bir dokunuşun ardından ise ne yaptığını fark edip hemen eski haline dönüyordu. Ders başlayalı yalnızca on beş dakika olmuştu ama daha şimdiden iki kere nemlendirici sürmek zorunda kalmıştı çünkü dudaklarını yalayıp duruyordu.
Berbat bir his midemden başlayarak bütün vücuduma usul usul yayılırken rahatsızlıkla kıpırdanıp salonun diğer ucundaki Hyunjin'e çevirdim bakışlarımı. Muhtemelen ben salona gelmeden çok daha önce arkadaşlarıyla birlikte buraya gelmiş, ısınmış ve oynamaya başlamıştı çünkü terlemeye başladığını aramızdaki mesafeye rağmen görebiliyordum. Normalde dudakları öyle daha hızlı kuruduğu için ağzından nefes almamaya özen gösterirdi ama şimdi göğsü dudaklarından içeri hızla süzülen nefeslerin etkisiyle inip kalkıyordu. Çocuklardan biri mola vermeyi teklif edince diğerlerinin ne diyeceğini beklediği kısa bir süre gözleri benim olduğum tarafa kaydı, gözlükleri olmadığı için zaten yüzümü ayrıntılı göremiyordu o yüzden gözlerimi kaçırmaya gerek duymadan izlemeye devam ettim, Hyunjin ona bir şeyler söyleyen çocuğa kafa sallayıp Jimin'e doğru yürümeye başlayana kadar.
Tanıklık etmek istemeyeceğim bir sahnenin gerçekleşmek üzere olduğunu fark ettiğimde titrek bir nefes verip Jisung'un yüzüne doğru döndüm. Ona baktığımı fark edince telefonunu bir kenara bırakıp elini saçlarıma daldırdı.
"Ne zaman geliyorsun bebeğim?"
"Bilmiyorum, annemler gittikten sonra eşyaları almaya gelen adamları bekleyeceğim sanırım."
"Babanı nasıl ikna ettiğini hâlâ anlamadım ama kararını değiştirmeden evden çıkıp numaranı da değiştir bence."
"Numaranı mı değiştirdin?" Araya dalan tanıdık ses yüzünden doğrulduğumda Jisung bacaklarını kendine çekip tekrar telefonuna sarıldı. Hyunjin onu basitçe görmezden gelerek yanıma oturmuştu bu sırada. Birbirlerinden pek hoşlandıklarını söyleyemezdim o yüzden şaşırtıcı değildi.
Kafamı iki yana sallayarak sorusuna yanıt verirken dürüst olmam gerekirse birazcık şoktaydım. Anlaşılan Jimin de benimle aynı hisleri paylaşıyordu çünkü Hyunjin'in arkasında, salonun ortasında dikilip kalmış silüetini göz ucuyla görebiliyordum. Kısa bir an kendimi kötü hissettim ama Hyunjin sevgilisini düşündüğümü anlamış gibi elini bacağıma koyarak dikkatimi dağıttı.
"Taşınıyorum."
Kaşlarını kaldırarak sorgular bir bakış attığında, ne düşündüğünü anlamak bir saniyemi bile almadı. Onun yanına taşınmamı birkaç kez önermişti ve her seferinde ailemin izin vermeyeceğini söyleyerek reddetmiştim ki yalan da değildi, öyle bir şansım olsa şimdi bile bir saniye düşünmeden kabul ederdim isteğini.
"Annem ve babam Amerika'ya gidiyor." diye açıklama yapma ihtiyacı hissettim o yüzden, o zamanlar bahane uydurduğumu düşünmesini istemiyordum.
"Onun yanına mı...?"
Jisung bir küfür mırıldanarak ayaklandı. Sabah Minho'nun öğle arası onu almaya geleceğini zaten söylemişti o yüzden eşyalarını toplayıp salonu terk edişini sessizce izledim, muhtemelen öğle yemeğini onunla yiyip geri dönecekti çünkü son derslerimizin tümü önemli derslerdi ve sıkı kurallarımız vardı. Sabah okulu asamayacağını söylediğimde birazcık çökmüştü.
Hyunjin bu sırada benim gibi duvara sırtını yaslayarak oturuşunu gevşetti. Kucağımda duran ellerimden birini kendininkiler arasına alıp oynamaya başladığında nefesimi tuttum. Siktir, kalbim fena hızlı atıyordu.
"Teklifim hâlâ geçerli, biliyorsun."
"Teklifin?"
"Ondan sıkıldığın an yanıma taşınabilirsin, zaten eşyalarının çoğu hâlâ bende."
Zaten eşyalarının çoğu hâlâ bende.
Bu cümlenin üstümde bu kadar etki bırakması ne kadar normal bilmiyorum ama neredeyse titremiştim. Hatta neredeyse falan değil, tuttuğu elimden başlayan bir elektrik dalgası yavaş yavaş bütün vücudumu dolaştı ve yüzünde beliren hafif sırıtışa bakılırsa o da bunun farkındaydı. Belki de bilerek yapıyordu.
"Ev arkadaşı ailesinin yanına döndü ve tek başına yaşamaya alışık değil, yalnız kalmasını istemiyorum." Sesimin titrememesi için muazzam bir çaba sarf ederek cevap verdiğimde gözleri yavaş yavaş yüzümde dolandı. "Hem zaten evi seninkine çok yakın, istediğin zaman gelebilirim."
"O zaman bana taşın."
Hyunjin biraz da inatçı bir insandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Take my hands now, you are the cause of my euphoria
FanficLee Felix, kurtulduğunu 'sandığı' zehirli ilişkisinin bıraktığı ufak yaraları sarmaya ve hayatına devam etmeye çalışırken Hwang Hyunjin'in pençelerinin henüz yakasını bırakmadığının farkında değildir. Üstelik iyileşmeye odaklanarak geçirdiği zamanla...