4|sen yine de ağlama.

381 49 34
                                    

"Ağlamaya devam et mi demek oluyor bu?"

"Hayır, sen yine de ağlama demek oluyor."

Karmaşık bakışlarının içinde kaybolmuş gibiydim doğruyu söylemek gerekirse, kirpikleri ıslaktı, uzundu ve gölgesi yanaklarına düşüyordu. Boğazına bir yumru oturmuş olacak, çenesini sıkıyordu, farkında olmadan dudakları büzülmüştü, saçları biraz dağınıktı fakat çok değil, birkaç tutam artık olması gerektiği gibi görünmüyordu sadece.

"Tuhafsın."

Tuhaf olduğumu daha önce de defalarca duymuşluğum olmuştur elbet, yine de bir kez ondan duymak farklıydı. Onun bana tuhaf olduğumu söylemesinin nedeni tam olarak bilemesem de rahatsızlık duymamıştım. Eğer benim tuhaf olduğumu düşünüyorsa ve bunu yüzüme söylüyorsa sorun yoktu. Zaten üzgündü de, üzgün olan insanlara dayanamıyordum ben.

"Öyle miyim? Ne güzel."

"Gitmeyecek misin?"

"Eğer gitmemi istiyorsan giderim tabii, burada olduğunu da kimseye söylemem."

Ona beklentiyle baktığımın oldukça farkındaydım ve o kararsızdı. Gitmemi söylemek için dudaklarını aralayıp duruyor, sonrasında hemen kapatıyordu, onun bu hâline gülümsedim, Jung Sungchan'ın böyle kararsız kalabileceğini hiç düşünmemiştim.

"Gitme."

Beni şaşırtarak gitmememi söylediğinde birkaç saniyemi daha yüzünü izleyerek geçirdim, o an bana yüzümde bir şey mi var, neden böyle izleyip duruyorsun dese yeriydi. Doğrusu bilemiyordum, neden onu böyle izlediğimi ben de bilemiyordum.

Yanına oturdum, aramızda iki adım kadar bir mesafe vardı, hava serin olmasına rağmen üşümüyordum, sanıyorum ki üşümekten daha fazla işim olduğu içindi bu. Hiçbir zaman işinde yetenekli bir kalp kırıkları uzmanı olamasam da kırıklarına bir bir bakmam gereken biri vardı o an. Belki benim işim değildi bu, önemli de değildi çünkü gitmememi söylemişti.

"Parti çocuklarının kendi partilerinde ağlamak için kaçabildiklerini bilmiyordum. Söylesene, seni bu kadar üzen şey neydi?"

Alaylı bir gülüş bıraktı, daha çok bir hıhlamaydı, muhtemelen dalga geçtiğimi düşünüyordu fakat çok ciddiydim. Bir parti vermişti, mutlu olması gerekirdi, içeride deli gibi eğlenen herkese katılarak çılgınlar gibi dans etmeli ve belki sarhoş olmalıydı. O bugün ağlaması gereken son kişi bile değildi bana göre.

"Klasik meseleler, arkadaş kazığı yedim ve ne yapmam gerektiği hakkında bir fikrim yok."

Hayatında ciddi ciddi hiç arkadaş kazığı yememiş biri olarak -buna yetebilecek kadar arkadaşım bile yoktu- ona ne diyebileceğimi bilemedim çünkü her ne dersem diyeyim belki de yarım kalacaktı, onu ciddiye almadığımı düşünecekti ve bunu istemezdim.

"Konuyla pek ilgili değilsin galiba, kaldın öyle."

Bana gülerken konuştu, alaylı tavrı üzerindeydi yine, bunu yapmayacağını düşünürken. Açıkçası haklıydı, konuyla çok ilgili sayılmazdım.

"Biraz, diyelim. Daha önce hiç arkadaş kazığı yemedim çünkü."

Bakışları şimdi şaşkındı ve yüzümde geziniyordu, güldüm, bir şey söylemedim.

"Sahiden mi? Nasıl?"

"Kazık atacak kadar fazla arkadaşım olmadı diyelim, ya da öyle bir potansiyeli olan bir arkadaşım olmadı." 

Başını sallayarak önüne döndü, aramıza bir sessizlik girmişti, dakikalarca konuşmadı ve ben de o böyle sessiz olduğunda konuşamadım. Dizlerini kendine çekmiş ve kollarını üzerinde birleştirmiş, çenesini yaslamıştı. Bana değil, doğrudan karşısına bakıyordu ve muhtemelen nerede yanlış yaptığını düşünüyordu, ona bir yanlışı olmadığını söylemek istediysem de sustum. Belki de biraz bu güzel sessizliği kıracak cesareti bulamamıştım kendimde, o yüzden konuşmasını bekledim.

"Her zaman yalnız olmaktan çok korktum ve bu yüzden yanımda sürekli birilerinin olmasını istedim. Sanırım bu bir hataydı, olur olmaz her kişiyi hayatıma sokmamalıydım."

"Az çok anlıyorum seni, yalnız kalmak istememeni de öyle. Çok fazla arkadaşının olması gerçekten de iyi bir şeydir, ben bunun eksikliğini çekiyorum çoğu zaman. Fakat muhtemelen senin de düştüğün bir hata var, tanıştığın herkese aynısın. Fakat herkes böyle düşünmez, bazen sen verdiğin kadar değer görmezsin işte tam da bu yüzden değer verdiğin kişileri iyi seçmelisin. Onlarca arkadaşın olsun istersen, ama sadece sana da aynı şekilde değerli hissettiren birilerine tamamiyle güven ve şunu unutma; herkesin sevdiği birileri var ve herkes başka biri için her şeyi yapabilir. Seni geride bırakmak gibi mesela."

Aşırı dramatik konuşmamdan sonra bir şey söylemedi, ben de söylemedim. Beni anlayıp anlamadığına emin değildim, hatta şunu söylemeliyim ki ben de tamamiyle anlatmak istediğim şeyi anlatabildiğimi sanmıyordum. Fakat bu konuda haklı olduğumu düşünüyordum şahsen, bir miktar da abimi izleyerek fark etmiştim çünkü o hep popüler biriydi, önünden arkasından arkadaşları eksik olmazdı, herkese güvenir ve her sorununu anlatırdı, gerçi bunun sonunda üzüldüğü çok olmuştu. Kendi başına ağlarken onu izlediğim de çok olmuştu, ne yapacağını bilemediğimden yanına gidemezdim fakat çok üzülürdüm. Ağlayan insanlara dayanamayışım da sanırım biraz bu yüzdendi.

"Sen, peki? Hiç birilerini üzdün mü böyle?"

"Umarım," dedim ve gülümsedim, şimdi bana bakıyordu, ben de onu izliyordum. Dudaklarımı ıslattım ve kollarımı bacaklarıma sardım oturduğum yerde. "Umarım üzmemişimdir. Sanırım biri benim yüzümden üzülse, buna dayanamaz ve ben ondan daha çok üzülürdüm."

Tavrıma karşılık o da gülümsemişti, gözleri artık kuruydu, şişliği inmemiş olsa da artık ağlamıyordu. Arkadan gelen kısık müzik sesi eşliğinde onu izledim, uzunca saçlarını ve havalanmış birkaç saç tutamını, ellerini, sağ elinin üzerinin derileri soyulmuş, hafifçe kanamıştı. Muhtemelen ben gelmeden önce sinirini geçirmek için duvara yumruk atmıştı, düşüncesiyle güldüm. Jung Sungchan sert ve duygusuz görünüşünün altında epeyce kırılgan bir çocuk olmalıydı, belki de sadece ben abartıyordum.

Elini o kişinin suratına yumruk atarken kanatmış olma ihtimali de vardı sonuçta.

"Tuhafsın ama iyisin, şaşırtıcı."

"Bunu iltifat olarak mı almalıyım acaba?"

Kuşkulu sesimden sonra bana gülümsedi, aramızdaki kapkalın duvaralar sanki bir anda yerle bir olmuştu, en azından ben öyle hissetmiştim. Doğrusu bunun olacağına, benim onu burada bulacağıma ve saçma teselliler söylemeye kalkacağıma bütün bunlar gerçekleşmeden önce inanamazdım. Na Jaemin beni bırakıp gittiğinde Sungchan'ın yanına gittiğini düşünmüş olsam bile belki kavga ettiklerini düşünemezdim. Aslında biraz tahmin işiydi benimkisi, onu bu denli üzmüş olan Na Jaemin olmayabilirdi. Değer verdiği arkadaşları tarafından üzülmüştü.

Bu ona çok da uzak olamazdı, yanındaki herkes sadece parası veya yüzü için orada olabilirdi.

Doğrusu onun için üzülmeden edemedim.

Dışarıdan her şeye fazlasıyla sahip gibi görünen bu çocuk aslında oldukça eksik kalmıştı.

Sanırım onda eksik olan şeyin ne olduğunu fark etmiştim: Sevgi.

Sevgisiz görünüyordu.

"Bence oldukça büyük bir iltifattı, o yüzden tabii ki öyle almalısın."

"Pekâlâ, öyle olsun o zaman."

"Baksana, sana bir şey söyleyeceğim ama gülme bana."

"Tamam, gülmem."

Ne söyleyeceğini merak etmediğimi söyleyemem, bu yüzden onun yan profiline baktım, gözleri önündeydi ve ısrarla onu izliyordum. Muhtemelen bana bakma ihtiyacı hissetti sonra, yüzünü bana doğru çevirdi yavaşça, söylemek istediği şey çok zor geliyormuş gibi alt dudağını ısırdı birkaç saniye. Hava aydınlanmaya başlamıştı o sırada, yüksekte kalan bahçeden dolayı oldukça rahat bir şekilde kızıllığı görebiliyorduk. Aslında kızıla kaçan kahve saçlarına bu ışığın değdiğini görmek fazlasıyla özel hissettiriyordu, mahvolmuş yüzü güzel görünüyordu, Jung Sungchan her şekilde mükemmeldi.

"Benim arkadaşım olur musun, Shotaro?"

AffluenzaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin