Görüyordum ki Jung Sungchan küçük bir çocuktan dahası değildi. Bana bakış şekli, güzel gözleri, yüzünden oldukça belli olan merakla karışık korkusu ve diken üzerinde dudaklarım arasından çıkacak her bir kelimeyi bekleyişi yüzünden düşünmüştüm öyle olduğunu ve belki de haklıydım, belki de o uzun boyunun güzel yüzünün ve oldukça iplemez tavırlarının altında bir çocuktan dahası değildi.
"Eğer istiyorsan," dedim. Gözlerimi kaçırdım çünkü neredeyse bir anda parıldayan gözleri beni şok etmişti. Böyle olması çok saçma, dedim, başka arkadaşı mı yoktu değer verdiği diye de düşündüm birkaç saniye. Aslında içimde can çekişip durdum ve tüm bu çilelerim yine oldukça sessiz, hatta kırık bir cümleyle sonuçlandı. "Eğer istiyorsan arkadaş olabiliriz."
Gözlerimi yüzüne tekrar çevirdim, neredeyse aydınlanan hava altında saçları ve beyaz teni parıl parıldı. Doğruyu söylemek gerekirse, onun henüz birkaç dakika önce gökyüzünden yanıma düşmüş parlak bir yıldız olduğunu düşündüm. Gerçek olamayacak kadar mükemmel görünüyordu çünkü.
"Teşekkür ederim."
Minik sesiyle söyledi ve doğruldu, serin hava yüzünden üşüdüğü belliydi ve oturduğu yerden doğrulup bana elini uzattı, gülümsemeye devam ediyordu. Sanıyorum ki bu gülümseme uzun zaman boyunca yüzünde kendine yer edinecekti.
Bu güzeldi, belki de hayatım boyunca sebep olabileceğim en güzel şeydi.
"Önemli değil, yeni arkadaşım."
Elini tutup kalktım. Kendi kendime de kalkabilirdim elbet lakin ona uzak görünmek istememiştim, hem elinin hissetmek güzeldi, benim buz tutan ellerime göre sıcacık ve rahatlatıcı bir hisse sahipti, sanıyorum ki bunu elinin benimkinden büyük olmasına bağlamıştım.
Birlikte eve doğru yürüdük, içerisi neredeyse boştu, birkaç hizmetçi temizlik yapıyordu sadece. Konukların hepsi evlerine dağılmıştı.
"Eve nasıl döneceksin peki? Hâlâ birileri seni almak için gelmedi."
"Taksiyle döneceğim sanırım, telefonum arkadaşımda kaldı, bu sebeple beni almaları için kimseyi arayamıyorum."
Başını sallayıp birkaç saniye gözlerini kaçırarak düşündü, en sonunda kararlılıkla bana dönmüştü. "Şoförüm bıraksın seni? Taksiyle uğraşma hiç, telefonun da yokmuş zaten, böylesi daha güvenli olur."
Reddedecek olsam da bir anda daha kolay görünmüştü bu gözüme, cüzdanımda ne kadar para kaldığını hatırlamıyordum, evimin oldukça uzak olduğuna bakılırsa muhtemelen ücret boyumu aşardı. Başımı sallamakla yetindim, o da hizmetçilerden birine yaklaşıp bir şeyler söyledikten sonra yanıma gelmişti. Sonrasında şoförüyle kendi evime kadar dertsiz tasasız bir şekilde döndüm, saat muhtemelen beşe geliyordu. Adamı bu sebepten ötürü rahatsız ettiğimi düşünüp üzüldüğümü söylemeliyim. Neyse ki ondan dilediğim özür sonucu gülerek şen sesiyle sorun olmadığını söylemiş ve kendi kendine teşekkür etmişti, anlamadım fakat anlamaya çalışmadım da, sanırım bastıran uyku sebebiyle bunu düşünmek için vakit bile bulamamıştım.
Cumartesi günü öğleden sonra yeni uyandığımda şans eseri olarak abim hâlâ evdeydi, daha doğrusu, dün gece neden bu kadar geç geldiğimi sorgulamak için saat birde tepeme dikilmişti, ona hak vermediğimi söyleyemem. Kendisi bir kez Sungchan'ın evine gelmiş fakat kapının önündeki güvenlikler beni ve arkadaşlarımı tarif ettiğinde gittiğimizi söylemiş, bu sebeple telefonumu arasa da ulaşamamış, arkadaşlarımın numarası da kayıtlı olmadığından sabahı sabah etmiş, annemlere hiçbir şey söyleyememiş. Ve söylemeliyim ki, intikamımı yabana atan biri değilimdir, o yüzden abime kendi telefonumu aratıp nerde olduğumu, neden eve gelmediğimi sordurdum. Renjun'un paçaları tutuşup onlarda olduğumu söylediğinde telefonu çekip almış, ona bağıra bağıra on beş dakikada burada olmazsa eğer çok kötü şeyler olacağını söylemiştim.
Gelmesi on dakikayı bulmamıştı bile.
"Üzgünüm, Taro ama dün gece çok olaylı bir geceydi, nasıl gittiğimizi bile bilemedik. Büyük bir kavga çıktı, Lee Donghyuck ve Jung Sungchan arasında, Jaemin de onlarlaydı nasıl olduğunu bile anlamadığım bir şekilde konu bize geldi. İkisi bayağı kavga ettiler anlayacağın, en son Jaemin Sungchan'a bir şey söyledi bağırarak, ses yüzünden iyi duyamadım, sonra dağ gibi çocuk yıkıldı resmen gözlerimizin önünde, üzüldüm açıkçası hâline."
Mahçup yavru köpek gözleri odanın her bir yanında geziniyordu. Parmaklarıyla oynayarak dudağını dişliyordu, bunu hep gergin veya üzgün olduğunda yapardı. Başımı sallayarak gözlerimi kaçırdım, gece Sungchan'ın bahsettiği konu Na Jaemin ile aralarında geçmişti yani, doğrusu hiç şaşırmamıştım.
Na Jaemin ve yakın arkadaşları, hiçbiri aslında arkadaş değildi, sadece birbirlerinin yanındayken güçlü olmayı seçiyor, bunu bir çıkar ilişkisi haline getiriyorlardı. Muhtemelen Sungchan her birinin arasında Na Jaemin'e en çok değer veren kişiydi, bu sebeple kırılmıştı. Üzgün hâli canlandı gözümde, bu görüntü şimdi daha da üzücüydü.
"Ne oldu daldın öyle? Hem sen nasıl geldin ki eve, Yuta Hyung mu aldı?"
Başımı iki yana salladım, gözlerimi yüzüne çıkartmıştım aynı zamanda. Bana merakla bakan gözleri bir anda gözlerimi kaçırmamla artık daha koyuydu, konuşmak zorunda hissettirmişti kendimi. "Sungchan'ın şoförü bıraktı. Gece vakti konuşmak için biraz zamanımız oldu da."
"Ne! Anlat çabuk!"
Bir anda heyecandan patlayarak evimizi inletecek şekilde bağırmıştı, elimle ağzını kapadım çünkü iki oda ötedeki abim onun bağırışlarını duyup gelebilirdi, bunu ikimiz de istemezdik fakat en çok o istemezdi. Rezil olduğuyla ilgili ağıtlar yakacak olduğuna emindim.
"Gece Na Jaemin beni bırakıp gittikten sonra bahçeye çıkıp biraz da oralarda sizi aradım, nitekim bulamadım ve o yüzden müzik sesinin daha az geldiği bir yerleri aramak istemiştim. Arka tarafta garaj vardı, hatırlıyorsundur, oraya kadar yürüdüm kimse yoktur diye. Biri vardı."
"Jung Sungchan? Ne yapıyormuş orada?"
"Oturuyordu, öyle, üzgündü biraz."
Konuyu fazla deşmek istememiştim, sırf en yakın arkadaşım diye her şeyini Renjun'a anlatmak mantıklı gelmemişti gözüme. "Sonra konuştuk öyle, en son durumumu izah ettim ve beni kendi şoförüyle yolladı, öyle bir şeyler."
"Na Jaemin yüzünden üzgündü kesin."
Aydınlanmayla elini çenesine yaslamış, birkaç saniye kalmıştı öyle, yorganımın içine biraz daha sinerek esnedim. Hâlâ uykum vardı.
"Konu ailevi meselelerdi sanıyorum ki. Ben duyamadım dediğim gibi, olaya uzaktım biraz fakat Lee Jeno sağ olsun, bir anda Jaemin'i sakinleştirip evine bırakan kişiler biz olduk. Geri de dönemedik, beyefendinin ilgiye ihtiyacı vardı hayli, Jung Sungchan'ı kırdıktan sonra o da pek bir üzüldü."
"Bütün gece Na Jaemin'le miydiniz yani?"
Başını salladı, durumdan hoşnutsuz olduğu belli olsa da şikayetlenmedi daha fazla. Renjun onu geçmişinde bir süre takıldığı birinden daha fazlası olarak görmüyordu ve bu biraz acımasızcaydı, biliyordum. Na Jaemin için üzülmediğimi de söylersem, bu da yalan olur ayrıca. Yine de onun da yanında olan birileri vardı, Sungchan ile arkadaşlıklarını tamamiyle bitirmezlerdi diye düşünüyordum, Donghyuck ve diğerleri de vardı, öyle kolay tek başına kalabilecek biri değildi.
"Na Jaemin'i boş ver de, Jung Sungchan ile yakınlaştınız mı onu söyle. Bilirsin erkekler çoğu zaman onları kırgın anlarında onlara iyi davranan kişileri sever."
Bakışları şimdi imalıydı, iması ise boşaydı. Dediğine kahkahalarla güldükten sonra başımı iki yana salladım. Düşündüğü gibi bir şey olmamıştı, olmasının belki de ihtimali yoktu. Yine de ona sataşmaktan kendimi alamadım. Başıma kadar çektiğim yorganı parmak uçlarımla neredeyse burnuma kadar indirip olduğum yerde biraz dikleşerek gözlerine baktım, beklentiyle beni izliyordu, ne yaptığımı da anlamıyordu.
"Elimi tutması sayılır mı?"
Pekâlâ, elimi sadece beni kaldırmak için tutmuş olabilirdi, fakat Huang Renjun'un bunu bilmesine gerek yoktu.
"Ne dedin sen!"
Sanırım ölüm fermanımı kendi ellerimle yazmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Affluenza
Short Story"Para sevgiyi getirmez, onu sen bulmak zorundasın." {jungsungchan+osakishotaro} Conan Gray - Affluenza