İnsanoğlu sihri daima müthiş görmemiştir. Zira öyle olsaydı cadılar yakılmaz, perilerin kanatları kesilmez, büyüleyici kadınlar türlü işkencelere maruz kalmazlardı. İnsanoğlu, güzel olan her şeye kara bir leke sürmek için yanıp tutuşan şaşaasız bedenlerden ibaret olduklarından olsa gerek, kendi sönük yıldızlarının hıncını parlayanlardan çıkarmak için olağanüstü bir çaba gösterirler. Bu yüzden şimdiye değin gelip geçen asırlar boyunca kadınları en dibe gömmek için yapmadıkları kötülük kalmadı; gelecek olan asırlarda da kalmayacaktır. Öyle ki bazı kadınlar bile bunu başka bir kadına yapacaktır fakat kendini göstermek için yanıp tutuşan bir erkek kadar fena asla olamayacaklardır. Büyüleyici ağıtları olsun ya da olmasın, sihirli kanatları parlasın ya da parlamasın, en saf şekilde sevsin ya da sevmesin... doğurganlığı olan hiçbir canlıya nezaket göstermeyecekler, kendi egemenliklerini kurup evreni yaşanmaz hale getirecekler. Ne cadı ne peri ne de saf kalbinden başka bir şeyi olmayan normal bir insan kadın... Ne hazindir ki, kimse buna engel olamayacak. Tek bir kişi dışında. En karanlık zindanlara bile bir ateş böceği uçabilir, çıkmazları aydınlatıp umut olabilir. İşte böyle bir zamanda tarih bir destan yazmaya başlar. Büyülü ormanın sakin ruhları, narin bir gülümsemeye ev sahipliği yapan taç yaprakları, en güzide yamaçlarda yeşeren zehirli salkımları, ve serin suların acımasız yutkunuşlarıyla uğuldar bir çağ. Kanatlarında mucizeler taşıyan bir peri, kimsenin bilmediği bir gizi taşır derinliklerinde. Ağıtların ve Sihrin kavuşamadığı kıyametlerde, başka bir kıyamet kavuşturur bizi mahşere.