Mavi gözlerindeki tutku cam gibi parlıyordu. Uzun kirpiklerinin hareketleri durgun olsa da gözlerindeki pırıltılar öyle haylazdı, deydiği her yeri öyle bir cayır cayır yakıyordu ki... Karşısında dişlerini dudaklarına geçirmeden duramıyordu. Kızıl dolgunluklarının sağ köşesinin doğuştan gelen kıvrımı tehlike saçıyordu. Baştan aşağı tapılasıydı. Parmaklarını pürüssüz ve parlak teninin her köşesinde gezdirme, ona dokunma arzusu o kadar ele geçirmişti ki zihnini. Nefes alıp verişini izlemek bile haz veriyordu kendisine. Belirgin köprücük kemiklerinin altındaki biçimli göğüsleri zayıf sırtının gerilmesiyle yükseliyor, yanlarına düşen zarif kollarıyla ince belinin kıvrımı arasında boşluklar oluşuyordu. Büyülü müydü? Bilmiyordu. Büyülemiş miydi? Kesinlikle. "Kimsin sen?" diye sordu güzellikten bağı çözülen dili. Yerinde kıvranmasının sebebiydi koyu sesi. "Ben Afrodit'in oğluyum, mitolojide adım geçmez" alaylı bir ima bindi sesine. "Güzellik ve aşk tanrıçasının büyüsünü bozduğu, Artemis'in okçuluk yeteneğini çaldığı, Apollon'un sarı saçlarının ışığını ve yakışıklılığını söndürdüğü, Zeus'un şimşeklerinden ürkmediği için pek sevilmeyen biriyim çünkü. Dengeyi bozuyormuşum." Dengeyi bozduğunu çoktan fark etmişti. Onu sevmeyen herkesi yok etmek istedi.