Ne ölecek kadar çok seversin, ne de ölecek kadar unutmak istersin... derken, aslında unutmak için verilen her çabanın, unutmayı bir nevi geciktirdiğini ifade etmeye çalışıyordu. unutmaya çalışılan her şey ama her şey, yeterince unutulamamıştır demek istiyordu. ''ellerin, gözlerin ve şakakların zonklaması manidardır'' dedi aninden durup sabaha karşı son demlerini yaşayan ve ıssız cadde sessizliğinde artık hiçbir numarası kalmayan yıldız kümülüsüne bakarak. çünkü hemen akabinde kalbin zonklaması başlar. terk etmek ve terk edilmek... aralarında hiçbir fark yok. zira terk eden taraf da bilinçli bir tercih olarak otomatikman terk edilmiş olarak kalır zaten. lakin bilinçli bir şekilde terk edilmiş olarak kalmanın, safi terk edilene göre sapkınlığı daha farklıdır. birinci tarafınki sürekli kabuk bağlayan yarayı yolup kanatmaya, diğerininki ise kanı durdurup kabuk bağlamasını beklemeye benzer. esasen aradaki fark, sinek ısırığı kadardır. terk eden taraf, terk edilen tarafa ''korkma acımayacak'' diye çekip giderken, kendini de buna çoktan inandırmıştır. ''unutamamanın verdiği yük kollara eşit derecede yüklenmemiş ağırlıklar kadardır'' diye devam etti. ilk başta taşımak zor gelmez. ama yaptığın kilometre sayısı arttıkça ağrı çekilmez, yük taşınmaz olur. unutamamanın verdiği yük, dengeyi bozar ve her an dahada belirginleşerek çekilmez olur. kalbinle biyolojik ritmin uyuşmaz. beyne ve ruha eşit derecede yüklenmemiş telkinler, zaman meredinin kucağında ağırlaşır. oysa zaman ilaçtır derler. hayır. zaman hafiflettiği ölçüde de, ağırlaştırır. ve bunun kararını sen veremezsin.