sonsokakfeneri

beraber "amiral battı" oynuyoruz, kalemler ve kağıtlar eşlik ediyor eğlencemize, kafasına göre kural atamaları yapıyor hatta yetinemiyor isimleri kendince değiştirip yeni bir kılığa sokuyor, gülüşü ise hüznümü dağıtıp savuruyor.
          	
          	gecenin bilmem kaçı, arkada "elvis presley" çalıyor, ikimizin de ecnebi dillerden anladığı yok ama mutluyuz!

sonsokakfeneri

beraber "amiral battı" oynuyoruz, kalemler ve kağıtlar eşlik ediyor eğlencemize, kafasına göre kural atamaları yapıyor hatta yetinemiyor isimleri kendince değiştirip yeni bir kılığa sokuyor, gülüşü ise hüznümü dağıtıp savuruyor.
          
          gecenin bilmem kaçı, arkada "elvis presley" çalıyor, ikimizin de ecnebi dillerden anladığı yok ama mutluyuz!

sonsokakfeneri

ilk düşüşümüzden daha doğrusu ayakta durmayı başaramayıp yerle yüzleşerek ilk yenilgimizi kaydedişimizden itibaren dizlerimiz kertile kertile acıyı deneyimlemediğimiz o günler ve yaralarımızdan ince şeritler boyunca akan kırmızı uyarının seyreltilerek azaltılması için koşuşan endişeli sevgi ne zamandan beri önemsenmeyecek kadar küçülür oldu gözümüzde? 
          
          yitirdiğimiz çocukluğumuz ne zamandan beri sesini aramaz oldu? oysaki canımız acıdığında haykırışlarla pekiştirmekte üstümüze yoktu. 

sonsokakfeneri

  Korkularımızı istifledik hiç durmaksızın ta ki bir tanrıya benzeyene kadar. Bilinmezleri içine alan karanlık kuytuya bir ad taktık da devamını getirmedik. Gördüklerimizi, görmediklerimize kanıt sayarken bağnazca bir korkunun getirisi olan korkusuzluğa sarıldık. Kaynayan bir öfkeyle ve kanayan bir hüzünle körkütük sarhoş olup güzel hislerimizi bir kenara öteledik sürekli. 
          
            Kimsenin korkudan ibaret mağaranın içine girmeyi göze alamayışı siluetini tavaf ettiğimiz varlığı yüceltmeye kadar vardırdı işi.
          
            Tanrıyı biz uydurduk öldükten sonra da yaşayacağımıza inanmak için. Umut ettiğimiz şey, unutulup gitmekten duyduğumuz kaygıyı silip süpürecekti ne de olsa. 
          
            Asırlarca kendimiz çalıp kendimiz oynadık. Çalıp çırptığımız canların bir daha hayat ağacında bitmeyeceğini bilmemize rağmen. 
          
             Büyüdüm ve aramızda evirip çevirdiğimiz her hisse tanrı adına bir hisse biçmeyi kestim.

sonsokakfeneri

—Korkuyorum,–kirpiklerinin uçlarına dek yığıldı yaşanılmış nice yıl. Kundakladığı korkuları bağı çözülmüş gibi dökülüp saçıldı. Sulanan acıları yanaklarında kavis alarak damla damla süzülmeye koyuldu.
          
          —Varlığımdan haberdar olduğumdan böylesine muazzam dehşetlere kapılıyorum.
          
          Bedeninin tüm zerrelerinde zelzeler kopuyordu, titreyişlerini dindirecek hiçbir teselli ise icat edilmemişti henüz.
          
          –Bugünün, ne yapacağımı bilmediğim ve vaktimi ne yaptığımı hatırlamayarak heba ettiğim ilk gün olmaması ise beni tarifsiz yorgunluklara savuruyor.
          
          Kanatlarını nahifçe arkasına alan melek, yere değinip değinmediği ayırt edilemeyen adımlarla karşısında korkunun her türlüsünün yüzünden birer birer geçtiğine şahit olduğu çocuğa yöneldi. Feryatlarını dizginleyemeyip tüm uyuyanları ayıltacak çığlıklar basarsa susturabileceğine ihtimal vermiyordu.
          
          —Yorgunum, yaşamak için çabalıyor olmaktan.

sonsokakfeneri

  yağmurlu ve puslu hava günün ilk ışıklarının sahneye vurmasına mani oluyor ve karanlığın yarım yamalak da olsa hüküm sürmesi sabaha vardığımıza inanmamı müşkül kılıyor. 
          
            fosforlu ışıkları öne çıkartan bu gri donanma, geceden kalma hülyanın bir kısmını yaşantıya oturtuyor âdeta. soluk renklerin soğukluğu ve eşyanın canlılığını yitirmesine sebebiyet veren gölge birikintisinin abartılı çokluğu ise kasvetli bir sabahın tellalları oluyor 
          
            yine de tumturaklı bir heyecanın gökyüzüne serilmiş tülbentten sızıp sızıp yeryüzüne üşüştüğünü işitiyorum sanki. 
          
            burası bir tuhaf yer!

sonsokakfeneri

   bakışlarında ezberden okunan ezanlar andıran aşina bir his belirdiğinde parmak uçlarından itibaren bedenine doğru hızla ilerleyen bir ürpertinin kekre tadı da gecikmeden yüzündeki yerini aldı. 
          
            yorgunluğunu hesaba katmaksızın gözlerini alışılagelmişin dışına diktiğinde ise yükleneceği ıstırabın heybetli cüssesi korkudan tir tir titremesine yol açmıştı. buna rağmen hevesini dertop edip çöpe atamaz, tüm asabiyetiyle kapıyı çekip gidemezdi çünkü kalbini ağrıtan bir yaşama ihtiyacının ve nefes alma mesuliyetinin en kılcal umutlarına kadar yayıldığını biliyordu. 
          
            yaşayacaktı. sonuçta aynanın karşısına geçtiğinde kaygı badanalı gözlerinde birkaç parça ışıltının talazlanır gibi olduğuna tanık olmuştu. 
          
            ölümün o tatlı rayihasına aldanmayacaktı. adından olmayacaktı ara sıra duymamak için kulağını başka tarafa çevirse de.