ölümden konuştuk bi'dostumla. hep şakaya vurarak konuşurduk bu konuyu, yine vurmadık değil fakat bu sefer ikimiz de biliyorduk; cümlelerimizin gerçekliği taşıdığını. derin sohbetimizin ortasında dostum durdu, ikimiz de ölürsek arkamızdan kim ağlayacak bizim diye bir soru yöneltti. cevap veremedim. ikimiz de konuşamadık. sahi, düşündüm de arkamda ağlayacak bir insan bile bırakamadan giderdim bu dünyadan. mezarım ya terk edilir, kirlenirse diye edindiğim endişeleri giderecek kimsem olmadan giderdim. mezarım da benim gibi unutulurdu. diğer mezarların arasında kaynar, yabani otlar ve toprakla bir olurdu. sonra, sonra susuzluktan o yabani otlar bile durmaya dayanamazdı. peki ben ne olurdum? hiçlik akardı içimden. ben de o akıntıya kapılıp hiçleşirdim. arkamda maddi hiçbir şey bırakmazdım. bir mektup dahi yazmadan giderdim. hayatımı insanlara duygularımı ve ruhumu açıklamaya çalışmakla geçirmişken bir mektup mu anlaşılır kılacaktı beni? bana bugün ölüm ilk defa soğuk gelmedi. hiç, karanlık ve uzak değildi. aksine çok yakın, çok aydınlık, ölüm ilk defa çok sıcaktı.