3. Bölüm

42 2 0
                                    

Önceki Bölümde: Eve vardığımda ayakkabılarımı çıkarıyordum ki evin önünde bir taksi durdu.

Taksinin müşterisi ise hiç de yabancı değildi.

******

Eli silahta inen adamı görünce hemen ellerimi kaldırdım. "Demek Fikret'in kızı, ha?" Eğer bahsettiği kişi babam Fikret Ulubaş ise, kesinlikle doğru kişiyle uğraşıyordu.

"Sen benimle geliyorsun prenses." Kolumdan sürükleyerek beni taksiye fırlattı. Korkmuştum. En baştan beri adamda bir yararsızlığın olduğunu anlamıştım, ama lanet içgüdülerim yüzünden birçok belaya atıldığım için, onlara güvenmeyi kesmiştim.

Eski taksinin yıpranmış deri döşemeleri, daha da ürpermeme katkı sağlıyordu. Büyük bir ihtimalle katilimle aynı arabadaydım...

"Bırakın beni!" Keskin elâ gözleri dikiz aynasında beni buldu. Silahını şoföre daha da yaklaştırdı ve daha hızlı ilerlemesini emretti.

"Sadece bunu dediğin için seni bırakmamı beklemiyorsun, öyle değil mi?" Açıkçası beklemiyordum ama tek umut kırıntım birinin bizi fark etmesiydi.

Sınır dışına yaklaşmıştık, Kocaeli 30 kilometre ötemizdeydi ve polisler önümüzü tıkamıştı. 'Bu son şansın.' diyen iç sesime güvendim ve kaçmak için fırsat ararken şoförün Tolga dediği silahlı sol bileğime kelepçe taktı ve diğer parçayı da kendi bileğine taktı.

"Kapıyı açacağım, ikimiz de sınırın tersine doğru koşacağız. Yoksa silahımı gördün, seni canından ederim." Hızlıca kafamı sallamaya başladım. Tam tersini yapsam beni öldürürdü ve sadece 2-3 yıl hapis yatar kurturdu. Kârlı taraf ben olmuyordum. "1, 2, 3!" diye bağırdı ve İstanbul'un merkezine doğru koşmaya başladık. Polisler ateş açınca polislerin annesine yapacakları ile ilgili uzun bir küfür savurdu ve o da ateş açtı. Bense ona yetişmiyordum ve kelepçe beni çekiyordu: Bileğim kopacak gibi hissediyordum. Bileğimin acısına ağlayarak ve korkuyla çığlık atarak hızla ilerliyordum. Yaya polisler bayağı geride kalımca bizi çalılıklara çekti ve soluklanmam için beni çime oturttu. İşaret parmağını ağzıma dayadı ve birkaç saniye kıpırdamadan durduk. Polisler gitmişti. Korkuyla başımı çıkardım, yalnızdık. Yaşadığım için sevinmeli miydim, yoksa Tolga'yla beraberken Azrail'imle olduğum için üzülmeli miydim bilmiyordum.

Tolga topraktan kayarken ben de peşinden sürükleniyordum. Polis arabasına bir bakış attı ve bizi arabaya yöneltti.

"Kolumu çekerek polis arabası kullanabileceğini sanmam." dedim hıçkırarak.

"Kelepçeyi açmanın da zamanı gelecek." Sanırım onu asla kandıramayacaktım.

Beni arka koltuğa oturttu ve kelepçeyi minik anahtarıyla açtı. Kapıyı kapadı ve hızla şoför koltuğuna geçip kapıyı kilitledi. Sınıra yakın yerlerde durmanın zararlı olduğuna (bana göre yararlı) dair birşeyler geveledikten sonra 130 kilometre ile ilerlemeye başladı.

"Yavaşla!" diye bağırdım; trafik vardı ve hâlâ çok hızlı ilerliyordu. Önümüzde bir kamyon vardı ve...

Yalnız.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin