Bambaşkadır bizim bozkırın hikâyesi. Hayatın karşımıza çıkardığı zorluklar,önümüze sunduğu firsatlardan daha fazladır. Garibanlığın ayağımıza pranga vurduğu bu topraklarda yaşamak,hayata tutunmanın en afilli örneğidir. Vuslatla geçen ömürler,bitmeye...
"Yürüdüğün yol güzelse, yanındaki yoldaşından dolayıdır" derler. Bu yoldaş kimine göre sırtını rahatça dönebileceği bir dost,kimine göre ise kalbini emanet edebileceği bir yârdır. Bizim yolumuz ise, herkesin merak edip kimsenin merakını gidermek için içine dahil olmadığı bozkırdır. Bozkırın hikâyesi,betonla bürünen Büyükşehirlerden oldukça farklıdır. Orada ekmek kapıları fabrikalar,ofisler ve nice kapitalizmin bünyesindeki yapılarken burada çoğumuzun ekmek parası mis kokulu toprağın kilim gibi serildiği tarlalardır. Bakmayın benim böyle afilli kelimeler kullandığıma,yuksekmertebelerdeokuduğumdan ya da çok kültürlü olduğumdan değil bu konuşmamdaki kibarlık. Bu güzel kelimeleri kullanma sebebim;tarlada yorulup biraz dinlenmek için ağacın dibine çöküp gölgesinde dinlendiğimiz zamanda,okurken beni bozkırdan alıp dünyayı dolaştıran kitaplardır. Bu yüzdendir ya bana köyde profesör diye hitap etmeleri..
Ben Veysel, köylülerin dilinden söylersek Profesör Veysel. Bu lakabı sadece fazla kitap okuduğumdan değil, düşüncelerime saygı duyduklarından dolayıda söylerler. Hayatım boyunca insanları incitmekten hep geri duran birisi olarak elimden geldiğince güler yüzlü olup insanların hem saygısını hem sevgisini kazandım. Babam bu günlere şahit olsaydı beni yanına oturtur,başımı sıvazlayarak maşallah Veysel'ime derdi. Onun avuçlarının içindeki huzuru ne kadar zaman geçerse geçsin bulamayacağımı bilmek,kalbimin en büyük burukluğuydu. Yaptığım hatada dağ gibi arkamda duran;başardığım güzel işlerde benimle duyduğu gururu gözlerinden belli olan babamın yokluğu,beni hayatta atacağım her adımı tekrar tekrar düşünmeye itiyordu.
Babamın bıraktığı boşluğu,geride bıraktığı sorumluluğu tek başıma sırtlanmak ve taşıyabildiğim kadar taşımak zorundaydım. Bu bozkırın sertliği sadece ikliminden dolayı değil,gariplik ve garibanlıktan dolayıdır.Yeri geldiğinde insanın belini büken garibanlık,yeri geldiğinde ise dostların birbirine sımsıkı sarıldığı zamanların en büyük etkenidir. Bu zor iklimde en büyük zenginliğimiz ise altın kalbimiz,yufka yüreğimizdir. Hani filmlerde ya da dizilerde Anadolu'yu içten;samimi ve sıcak olarak anlatırlar ya, işte Anadolu,orada anlatıldığından çok daha samimiyet ve içtenlik barındırır. Gelin sizlere bozkırın en doğal halini,kalbinize dokunacak şekilde anlatayım..
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yazları tarlada güneşin sıcağını en derinden hissettikten sonra içilen o buz gibi ayranın verdiği ferahlama hissi, kışları sobanın tavana yansıyan alevinin içimizi ısıtan sarı rengi,kasetlerimizde adeta sazı konuşturan Neşet Ertaş'ın nameleridir bozkır. Kıraathanede yaşlılarımızla içilen bir bardak çayın getirdiği sıcacık konuşmalar, kanları deli akan gençlerimizin yaptığı yaramazlıklardır,tandırdan çıkan mis gibi bazmalanın üzerine sürülen tereyağının verdiği lezzet,ekmeği yerken yere düşüren çocuğun gözündeki masumiyettir bozkır.