Hayat bir uçak ise ben çoktan atladım.
Saatler dakikaları, dakikalar saniyeleri, saniyeler saliseleri kovalarmış..
Hiç bir sesi duymuyordum sanki. Ruhum bedenimden gitmiş gibiydi. Ani bir hızla, ne olduğunu beynim fark edemeden, bahçe kapısını itip kendimi bahçeye attım. Ayaklarım nereye gidiyordu? Bir anda gereğinden hızlı atmaya başladı kalbim ve kendimi kaybediyordum.
Bahçeden sokağa çıkan çitlere doğru koşturuyordum. Resmen parkur yapıyordum. Çitlere ulaşmama bir adım kalırken zıpladım. İstemsizce engel koşusunda gibi hissettim kendimi.
Sokağa çıkmıştım. Ayaklarımda hiç bir şey yoktu. Köşeye savrulmuş bisiklet ve kaldırımda oturan, etrafında bir kaç kişi bulunan; bir adet piç Yekta. Bir hışım ile hareket edip Yekta'nın bisikletine adımlarımı çevirdim. bisikleti elimle kavrayarak elimle itmeye başladım. Yekta'nın yanındaki bankın yanına dayadım bisikletini.
"Pardon! Biraz geriye çekilir misiniz? Hatta işlerinize geri dönebilirsiniz? Kazazede ile ben ilgilenirim." diye bir cümle çıkmıştı ağzımdan bütün soğukluğumla. Hayret ediyordum kendime. Ne yapıyorsun Laçin? Kendine gel kızım. Ben kendi kendime konuşurken Yekta, yeşile çalan koyu mavilerime baktı. Gözlerini kıstı, çene kasları her zamanki gibi belirgindi.
Gözlerinde saklasana beni piçimsi varlık..
"Yardımına ihtiyacım yok." dediği anda gözlerim yanmaya başladı.
"Peki." diyebildim sadece. Peki..
Yekta ayağa kalktı. Bisikletini tuttu ve yürümeye başladı. Biraz sekerek mi ilerliyordu o? Sana ne Laçin. Sana ne. Seni görmeyen birisi için mi bütün bunlar. Kafamı yere eğmiştim.
Ayaklarım çıplak, vücudum her zamankinden soğuk, lacivert kapüşonlumla yakıyordum. Tam bir moda ikonuydum..
.......
Okulun dizlerime bile zor gelen eteği ve beyaz gömleği. Gömleği giyinmek yerine kazak veya tişörtü kabul ediyorlardı aslında. O yüzden lacivert sweatimi giymeyi tercih ettim. Üzerimi değişmiş her şeyimi hazırlamıştım. Son olarak patenlerimi ve kulaklığımı alıp odamdan çıktım.
"Rana teyze, ben çıkıyorum. Akşam kursum var geç gelebilirim. Anahtarım yanımda. Seni seviyorum. Görüşürüz!" biraz bağırarak konuşmuştum. Mutfaktan bir tane mandalina alıp kapıya adımladım. Kendimi dışarıya atmış çoktan yola koyulmuştum.
Sessiz insan hep acı mı çeker? Susunca hep mi suçluyum? Kafamda yine deli sorular..
Patenlerim sayesinde yol sanki ayağımın altından kayıp gidiyordu. Çoğunuz merak edeceksiniz. Evet, üstümde ki etek çantamdaydı. Okulda değişmeyi planlıyordum. Kulaklarımda Fransızca bir şarkı, ruhum ve bedenim ölü.
Okula gelmiş, patenlerimi dolabıma koymuş, eteğimi giyinmek için soyunma odalarına yönelmiştim. Boş bir kabine girerek eteğimi giydim ve eşofmanımı katladım. Benim için ayrılmış dolaba koydum.
Bu etek gerçekten kısaydı.. Giriş kata çıkmıştım. Bahçeye gitmeyi ve hava almayı planlıyordum. Kapının yanındaki, öğrenci, masasında oturan Yekta'nın arkadaşları bana bakmıştı. Dışarıya doğru ilerliyordum. Kolum bir duvara doğru çekilmişti. Kafam kadar bir el.. Tek gördüğüm şey kocaman bir elden ibaretti.
Koku. Kokular hatırlatır.
Yekta'ydı bu. Elini çekti ve parmağını koluma bastırdı. Ağzından şu sözcükler döküldü.
"Az kalsın düşecektin. Önüne baksana biraz." dedi. "Beni bırakır mısın Yekta." dedim tok sesimle. "Yardım edeceğim." dedi yüzüme eğilerek. " Yardımına ihtiyacım yok." dedim kaşlarımı çatarak. O naif ve sert sesiyle resmen tıslamıştı dişlerinin arasından. Korkmuştum. Cesaret edip Gözlerimi yüzüne çıkardım. Ve inceledim. Sessizce ve usulca.
"Sen ben değilsin."
"Evet, sen de ben değilsin."
Vote ve yorumlarınızı bekliyorum.
Fikirlerinize daima açığım.
Güzel günlerr^^
._.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Brûlé Daisy
Historia CortaÀ ce moment-là, la fleur de camomille que vous nourrissez est en feu. Vos cris silencieux commencent profondément et vous vous battez. Grâce à vos larmes, vous sauvez la Marguerite de brûler. Dans le noir, vous continuez à flamme. Vous gardez la da...