Geçmiş yol arkadaşıydık seninle. Bir gün yolumuz ayrıldı. Sen ışıkların olduğu tarafa gittin. Karanlıktan korkarsın diye bende karanlığı seçtim. Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu. O sonsuz hayaller bu aşk gibi yalan oldu. Elimde kala kala küçücük odamda durmadan genişleyen, sol yanımdaki boşluğun yasını tutmak kalmış. Uykumu bölüyor kalbimdeki hüzün. Canım acıyor. Canım bile bana acıyor. Uykudan kalkıyorum nefes alamıyorum. Dert ettiğim nefes darlığı veya uykumun yetmemesi değil. Senin eksikliğin. Yaşayamadıklarımız geliyor aklıma, yaşamadıklarımız ben hala her şeyi sana anlatacakmışçasına; biriktiriyorum. Çünkü sadece seninleyken yalnız olabiliyorum. Belki gelirsin diye bi umut sevilmeyi beklerken, beklemeye aşık oluyorum. Hiç sahip olamadığım seni kaybettiğime yanıyorum.
Çünkü sen, seni kaybetmeye değer olmasan dahi; kaybedildin içimde.
......
Sahi insan neydi? Kimdik bizler? Acı çekse dahi sevmeye devam edecek bir kaç kırılmış porselen tabak mıydık? Odamdan içeri süzülen ışığın parıltısı ile uyandım. Tam da gözüme denk geliyordu. Tam bir huzursuzluk. Kollarımı geriye doğru uzatmış gerinirken kapımın çalması ve açılması bir olmuştu.
"Uyandın mı kıvırcık kız?" o neşeli ve tatlı sesiyle Rana teyze yine mükemmel idi. "Uyandım Rana sultan." gerinmeye devam ediyorken Rana teyze çoktan perdelerimi sonuna kadar açmıştı. Güneşten nefret ediyorum. "Biliyorum kıvırcığım güneşten nefret ettiğini ama biraz aydınlansın şu odan." kafasını yana eğmiş bana bakıyordu. "Peki kalsın madem." diyerek hafif tebessüm etmiştim.
...
Saçlarım rüzgar ile dalgalanıyordu. Yol ayaklarımın altından kayıyor, ruhum kendini bunun ile denkleştiriyordu. Sıkıcıydı. İsteksiz yaptığım her şeyin acısı tek tek çıkacak olsa da sıkıcıydı. Anıları çağrıştıran nir çok müzik olsa dahi, kaldırdım hepsini rafa. Mecburum biliyorsun diye başlayan her cümlenin sonunun nerelere ulaştığını anlamıştım artık. Hepsi aynı yere varıyordu. Sikimsonik düşüncelere merahaba diyen bir kapıya.
Sahile ulaştığım zaman patenlerimi elime alarak, çıplak ayaklarımla yürümeye başladım kayalıklara doğru. Buraya her gelişimde iki bildiğim şey vardı. Birincisi huzur, ikincisi annem.
Annemi burda kaybetmiştim. Kokusunu burda yok etmişti rüzgarlar. Sahi ne kadar acımasız bu rüzgar? Aferin Laçin. Kendinle bile çelişkiye giriyorsun. Bir bu eksikti. Ayağıma bir iki taş battığını hissetsemde yürümeye devam ettim. Kulaklıklarımı şişme montumun cebinden aldım ve olmasın gereken yere yerleştirdim.
Yağmurlu ve güneşli. Hava hoştu. Montumu ve patenlerimi kayaların üstüne bıraktım ve yüksekte duran kayaya doğru ilerledim.
Kaya uzay mekiğini andırıyordu. Evet, aynen öyle. Kulaklığımı telefonuma takıp, telefonu tişörtümün altından geçirerek erkek reyonundan almış olduğum gri, bol ve rahat olan kaprimin cebine koydum. Önümde duran kayaya zıpladım ve vücudumu yukarı çektim.
"Vay ne kadar güzelmiş," Kollarımı açtım ve derin bir nefes aldım. Cümlemi devam ettirdim."Tam atlamalık"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Brûlé Daisy
Kısa HikayeÀ ce moment-là, la fleur de camomille que vous nourrissez est en feu. Vos cris silencieux commencent profondément et vous vous battez. Grâce à vos larmes, vous sauvez la Marguerite de brûler. Dans le noir, vous continuez à flamme. Vous gardez la da...