Medya: YoonMin.
Medya video: İndila - tourner dans le vide.
Açıkçası yazmaya nereden başlamalıyım bilemiyorum ancak hiçbir şey yazmamaktan iyidir değil mi?
Her neyse. Hadi başlayalım. Hayatım yoktu. Nefes alıyor muyum ondan bile emin değildim. Öylece yatağımda elimde telefonumla bir ceset gibi yatıyordum. Kitap yazıyor, sosyal medyada geziyor, film izliyor ve yemek yapma oyunları oynuyordum. Hayattan tat almıyor, yaşamın anlamını ve amacını bilmiyordum.
Okula gidiyor, bir ruh gibi dolanıyor eve dönüyordum. Çok yalnızdım, yanlış anlamayın bunu ben istiyordum. Çünkü insanlar bana zarar vereceklerine onlarla hiç konuşmamak daha cazip geliyordu. Ki zaten onlara verecek birşey de elimde kalmamıştı. Benimle yakınlık kurup sonra canımdan, etimden bir parça söküp alıyorlardı. Çok acıyor bile diyemiyordum. Çünkü biliyordum, onlar beni anlamayacaklardı. Beni ancak benim yaşadıklarımı yaşayan biri anlayabilirdi.
Kısacası hayatım boktandı ve ben evrende küçük bir lekeye sebep olan bok parçasıydım. Ta ki onu görene, müziğini dinleyene ve hayat hikayesini duyana kadar. O da benim yaşadıklarımı yaşamıştı. Beni anlardı.
Fakir bir ailede doğmuştu. Sanat yapmak istemişti ailesi karşı çıkmıştı, buna rağmen benim aksime hayalinden vazgeçmemiş buralara gelmek için çok çalışmıştı.
Ona hayrandım.
Ona hayrandım çünkü çektirdikleri tüm bu acılara rağmen insanoğluna kin beslemiyor, aksine yetimhanelere ve memleketine yıllarca ter dökerek kazandığı parayı bağışlıyor. Bir ilah gibi herkesi iyileştirmeye kurtarmaya çalışıyordu.
Dış görünüşünün aksine, soğuk bakışlarının aksine sıcacık olan bu kalbi etkilemişti beni. Artık gitme vaktim gelmişti. Ona doğru, sona, sonuma doğru...
Elimdeki kırmızı gülleri soğuk toprağa koyarak alnımı da yasladım. Annemin gömülü olduğu bu soğuk toprak olmak onu ısıtmak istedim. Artık hiçbir şeyim yoktu gerçektende. Artık burada kalmam için bir sebep te yoktu. Annemin anıları her yerde belirirken, dar geliyordu bana bu minik bahçeli ev. Her bir taşını onunla dizmiş, kendimiz yapmıştık. Bu şehir, bu ülke bana dar geliyordu.
"Hoşçakal güzel annem..." Elimde bir valiz bile olmadan, biriktirdiğim biraz paramla ve sırtımda bir çantayla, yürüdüm. Kendimi bir otobüse attım. Kulaklarım her zamanki gibi kapalıydı. Fransızca bir şarkı çalıyordu.
Son durakta inerek havaalanına girdim ve bir çok işlemden geçerek sonunda bekleme salonuna geldim. Beş dakika sonra uçak kalkacaktı. İnsanlar birer birer uçağa binmeye başlayınca bende yürüdüm. Koltuk numaramı bularak oturdum ve başımı arkaya yaslayarak gözlerimi yumdum. Uzun bir yolculuk olacaktı. Gözlerimi açtığımda farklı bir ülkede olacaktım. Ne olursa olsun şansımı bir kez olsun denemek istiyordum.
Kaybedecek bir şeyim yoktu. En fazla kendimi kaybederdim. Onada iyi davranmamıştım zaten hiçbir zaman.
Birkaç saat sonra Seul de, tek başıma sokaklarda yürüyordum. Elimdeki defter adres doluydu. Birinden başlamam gerekiyordu. Ancak şirketin karşısındaki binadan gözetlemek daha mantıklı gelmişti.
Bina inşaattı, penceresiz ve sadece tuğlaydı. Duvarın dibine çökerek bir delik açtım. Buradan gözetleyecektim, böylece kimse beni görmeyecekti. Şuan geceydi. Sırtımı duvara yaslayarak dizlerimi kendime çektim ve bir top gibi kıvrıldım.
Hava çok soğuktu. Ülkemdekine benzemiyordu. Kore soğuk derlerdi de inanmazdım. Cebimdeki çikolatayı çıkartarak açtım ve yedim. Tatlı sıcak tutardı. Bir süre sonra uykum gelmişti. Birkaç kez esneyerek gözlerimi yumdum.
** ** ** **
"Hadi ama sızlanmayı kesin haftaya bugün imza günü tamammı? Hep beraber orada olacağız." Dedi reis Namjoon.
"Ah tamam tamam. Her neyse." Omuz silkti Yoongi.
Başını hafifçe sağa sola sallayarak gözlerini araladı Jimin. Her yeri tutulmuştu ama umursamadı. Yüzünü duvara yaslayarak minik delikten baktı. Siyah bir jip vardı ve içinden çıkan BTS.
Heyecanla kalbi tekledi Jimin'in, her birini ayrı ayrı seviyordu. Ancak onu görünce nefesi kesildi. Kesilmek yerine daha çok soluklanmak istedi. Onunla aynı havayı solumayı diledi. Bu kadar yakından görmek bile kendinden geçmesine neden oluyordu. Jimin şu anda ölüp ölüp diriliyordu.
"Sakin ol." Diye fısıldadı benliğine. Daha bu kadarcık mesafeden böyle oluyorsa, onunla yakın olunca ne yapacaktı?
Grup çoktan şirkete girmişti. Çantasından telefonunu ve bir bisküvi çıkartarak tekrar oturdu. Bisküviyi kemirirken bir yandan da sosyal medya dan imza günü ile ilgili ayrıntılara bakıyordu.
Bir süre daha orada bekledi. Saatler kadar uzun bir süre sonunda kapılar açıldı. Grub dağılıyordu. Jimin hemen aşağı indi ve siyah jip'e doğru yürüdü. Korumalara veya başka birine bakmadı. Sırtında çantasıyla telefonuyla uğraşan bir öğrenci taklidi yapıyordu.
Korumalardan birine görmeden çarpmış gibi yaparak kendini yere attı.
"Ah!" Bileğini incitmiş gibi inledi. Yüz üstü yerdeyken el çabukluğu ile elindeki izleme cihazını aracın altına yapıştırdı ve inleyerek ayağa kalktı.
"Hey çocuk sen nerden çıktın, iyi misin?" Koruma sordu.
"Üzgünüm efendim telefonla meşguldüm. Benim hatam." Birkaç defa iri adamın önünde eğilerek yürüdü. Arada topallamayı unutmuyordu. Bir sokağa saparak karanlık bir köşeye geçti ve telefonuna baktı.
Araç hareket ediyordu. Ekran kaydı başlatarak tüm yolu ve hareketleri telefona kaydetti. Şimdi peşlerine düşmeyecekti. Sadece bilgi topluyordu. Öylece peşlerine düşüp onları basamazdı. Tek başınaydı. Dikkatli ve emin adımlarla yürüyecekti.
İnşaata geri dönmek yerine sokağın sonundaki dükkana gitti ve her zaman yerinde yemek istediği ramen'den aldı. Dükkandaki su ısıtıcısında su kaynatarak kuru ramenlerin üzerine döktü ve yumuşayınca baharatını karıştırarak yedi. Bu onun akşam yemeğiydi.
"Böyle olmayacak." Yemek yemeden önce şarja koyduğu telefonunu aldı ve bir yandan da iş ilanlarına baktı. Birkaç yer vardı. Yakında olanlara bakacaktı. Yemeğini çabucak bitirip kalktı ve mini marketten çıktı.
Tek tek bütün ilanların adreslerini inceledi. Her bir dükkana tek tek baktı. Hava kararmıştı ve bacakları ağrıyordu. Sonunda bir tane tam zamanlı iş bulmuştu. Çok iyi bir mekan değildi ama idare ederdi. Mekan sahibiyle konuştu ve anlaştılar.
Dükkan yeni açılmıştı. Yeni bir isim yeni bir marka ve Jimin bu yeni dükkanın arka planda kalan ana karakteriydi. Sizce bu ne olabilirdi ki?
"Demek Japonya'dan geldin. Gerçi hiç onlara benzemiyorsun ama." Jimin'i süzdü baştan aşağı koyu, iri gözler.
"Annem Japon, babam koreli efendim." Açıklamaya çalıştı. Pasaportunu, kimliğini ve diğer belgelerini çıkartarak gösterdi Jimin.
"Yarın gece açılış törenimiz var, bu gece iyi dinlen. Arka tarafta küçük bir oda var. Orada kalabilirsin." Eliyle işaret etti.
"Teşekkürler efendim." Eğilerek selam verdi ve gösterilen odaya girdi. Tek kişilik bir yatak iki kapaklı küçük bir giysi dolabı ve çift kişilik minik bir koltuk vardı.
Küçücük, sıkış tıkış olan bu yere şükretti. Asla nankör bir çocuk olmamıştı Jimin. He zaman elindekiyle yetinmeyi bilmiş, hayat mücadelesi vermişti. Ve şimdi buradaydı. Herşeye rağmen üniversiteyi bitirdiği için de şükretti. Yoksa böyle kolay iş bulamazdı.
Onun için bir dönüm noktası dahaydı. Yeni bir ülke, yeni bir şehir ve yeni bir iş, acılardan uzakta. Sevdiğine yakın, bir ümit onun kölesi olma arzusu ile...
Bölüm Sonu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Big Fan (YoonMin)
FanfictionSadece yanında olmak, yakınında bulunmak istiyorum. Bu yakın ve bir o kadar da uzak olan aşkımın hikayesi... Ne kadar da tuhaf bir çocuk diye düşündü Min Yoongi. Bu nasıl bir fandı? Belki de fandan fazlasıydı...