Albert Miller, bencil tavırlarıyla ofisinden çıktı ve gerekli evrakları çantasına koyarak asistanına gülümsedi. Bugün onun için zor geçmişti üstüne üstlük şu aptal iş arkadaşları onun moralini bozmuştu. Neymiş, "iş ve evde insanlar farklı olmalıymış" hah! Albert evde de iş yerinde de asık suratlı bir insan olduğundan bu söze sinir olmuştu.Eve geldiğimde kapının önündeki küçük kutuyu zar zor farketti, kaşlarını çatıp anahtarını kilide yerleştirdikten sonra kutuyu aldı, "Bu ne" suratını buruşturmuş bir şekilde evden içeriye girerken kutuyu masasının üzerine bıraktı. Sonra aynanın karşısına geçip, siyah kıvırcık saçlarına, ela gözlerine ve burnunun üzerindeki minik çillerine baktı. Sonra tiksinerek masasının başına oturdu.
"Bakalım seni kim göndermiş kutucuk," nefesini verip makasla kutuyu deldi. İçinden çıkan taş ilk başta bir şey anımsatmadı, sonra bir anda aklına geçmişte yaşadığı şeyler geldi...
"Lanet olsun"
_______________________________
(15 yıl önce)Henüz on beş yaşında olan Albert, evlerinin hemen aşağısındaki derenin oraya oturmuş ayaklarını suya uzatmıştı. Gözlerini kapatıp anın tadını çıkarmayı tüm gün dört gözle beklemişti.
Bütün gün bahçede çalışmak onu fazlasıyla yoruyordu ve huzura kavuşmak için havanın kararmasını bekliyordu.
Kıvırcık saçları birbirinden ayrılmış bir şekilde duruyor o büyük ela gözleri ciddiyetle dereyi süzüyordu. Burnunun üzerindeki minik ama az olan çiller ise oradan selam veriyorlardı.
En sonunda arkasındaki ağaca yaslanıp ayaklarını sudan çekti. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Kaşının tam üstündeki küçük ben ise el sallıyordu adeta...
"Albert!"
Albert gözlerini sinirle açıp karşısında durmuş onu izleyen arkadaşına baktı, "ne var?!"
"Yardımına ihtiyacım var," dedi arkadaşı, korkudan gözlerindeki ışıltı neredeyse kaybolmuştu.
"Ne oldu?" Albert merakla ayağa kalktı, gözlerini kısmış arkadaşı Felix Glenn'e bakıyordu. Felix ise elini kısa saçlarından geçirerek yere, sonra ise Albert'a baktı,
"B-ben bir şey buldum," nefesini verip yerinde duramıyormuş gibi konuşmaya başladı, "b-bir duvar, ama emin değilim, ovanın hemen aşağısında, dağın altı. Benimle tekrar bakmaya gelir misin?"
Albert dereye bakıp başını salladı, "tamam." Felix ise sevinçle başını salladı, gülümsemesi ise günü aydınlatmıştı resmen. O gün beraber yolda giderlerken ovada bir kız gördüler, Albert duraksayıp kıza baktı,
"Merhaba, kaybolmadın değil mi?"
Kız arkasını dönüp onu izleyen iki genç çocuğa baktı, "kaybolsam bu kadar sakin kalacağımı düşünmüyorum." Dedi çimenleri tekmelemeye devam ederek.
Albert dudaklarını büzerek kızın yaptığı harekete baktı, "pekala, sadece yardım etmek istedik. Buralarda yeni misin?"
Felix de aynı soruyu soran gözlerle bu çimen tekmeleyen kıza baktı. Çimeni tekmeleyerek eline ne geçiyor acaba diye düşündü.
"Yeni gibiyim."
Aldıkları bu aşırı kısa cevapla birlikte Albert nefesini verdi, "tamam. Hayır diyeceğini biliyorum ama eğer gelmek istersen biz bir 'macera' arıyoruz." Dedi ellerini havaya kaldırarak. Kız onlara baktı. Sonra başını salladı ve yürümeye devam etti, "tamam o zaman"