Arabaya biner binmez kafamı cama yasladım ve yola boş boş bakmaya başladım. 2 gün önceki geceden beri Ayano'yla göz teması bile kurmamıştık. Tabii ki diğerleri olanları çakmışlardı fakat kimse bu konu hakkında konuşmuyordu. Konuşmamaya da kararlıydılar.
Kafamı kaldıracak gücüm yoktu. Bu yüzden eve girer girmez kendimi odama attım. Üstümü değiştiremeyecek kadar yorgun ve bitkindim. Sanki hiçbir derdim yokmuş gibi bir de dertlerime 2 günün yorgunluğu ve Ayano'yla yaşadıklarım eklenmişti.
Hepsi alkolün yüzündendi. Alkol o kadar sarsıcı ve sersemletici bir şeydi ki Ayano gibi duygulardan ve zevk almaktan yoksun bir kızı bile harekete geçirebiliyordu. Hala kulaklarım çınlıyordu. Yaşadığımız her şey bir film şeridi gibi geçiyordu gözümün önünden. Durduramıyordum. Gözlerime mermer mutfak tezgahının üstünde duran yıllanmış bıçağı sokmamak için zor tutuyordum kendimi.
Aşk bir büyü aslında. Bir kara büyü. Bozması zor derler. Önce mutlu edeceğini sanarsınız ama içten yakar, içten parçalar sizi.
İsterseniz o geceden sonra neler olduğunu anlatayım.
O geceyi dışarıda geçirdim. Soğukta. Tir tir titreyerek yavaş yavaş sönmekte olan kamp ateşinin başında. Üstüne su dökmeme rağmen yanmak için mücadele ediyordu. Hayatım gibiydi. Ben bir ateştim ve üstüme sürekli beni yok etmek için su dökülüyordu. Ama bir şekilde hayatta kalıyordum işte. İstemesem de mücadele ediyordum.
Mina arada bir gelip beni kontrol etti. Hala yaşıyor muyum diye sanırım. Belki acıdan ölmüşümdür falan diye düşündü herhalde. Acıya dayanamasaydım şu ana kadar çoktan ölmüş olurdum.
Garip bir paradoksun içineydim aslında. Hem acıya katlanamıyordum, hemde acıya alışmıştım. Ayano'ya olan sevgim gibiydi bu aslında. İçten içe ondan nefret etmek istiyordum ama aynı zamanda ona çok aşıktım. Kendimi bile anlayamıyordum artık.
Sabahladım kamp sandalyelerinin üstünde. Mina saat 4:30 gibi yatmaya gitmişti. Sho'yla hareketli ve ateşli bir gece geçirmişlerdi. -Arabanın arka koltuğunda. Düşündükçe midem bulanıyor, her neyse.- Bu yüzden yorgundu. 4:30'a kadar iyi dayanmıştı aslında. Alkolden sonra hemen sapıtıp uyurdu Mina.
Sabah 6:30 gibi hava aydınlanırken çadırlardan birinin açılma sesini duydum. Bu Sho ve Juku'nun çadırıydı. Yanıma gelense Sho'ydu.
Hala uyku sersemi bir şekilde çadırın başında duran ayakkabılarını giydi ve yanıma gelip elini omzuma koydu.
"Kahve?"
"Çok iyi olur."
Sho'nun ayılmak için favori içeceği kahveydi. Muhtemelen hepimizden fazla kahve içiyordu.
Günün geri kalanıysa sıradan geçti. Yine hayattan bezmiş bir Budo olarak sıradan bir gündü yani. Bakışlarını herkesten kaçıran, titreyen ve konuşmayı reddeden bir Budo olarak.
Aslında böyle doğmadım. Böyle yetiştirilmedim. Ama hayat beni 18 yaşımda buna mahkum etti. Yalnızca 18 yaşındaydım ve hayattan nefret ediyordum. Ölmek istiyordum ama arkamda bırakacaklarım beni korkutuyordu. Belki de öldükten sonra her şey bitecekti. Belki yeniden doğacaktım. Bilmiyordum. Kimse bilmiyordu. Dini bir inancım yoktu. Küçükken ailem neye inanıyorsa bende ona inanırdım. Tanrı. Söylenişi bile gizemli ve korkunç geliyor bana. İyi bir insan olursan cennete gidersin. Tanrı seni ödüllendirir. Ama kötü bir insan olursan tanrı seni cezalandırır ve cehenneme mahkum edilirsin. Ne kadar da saçma ve insanca bir düşünce. İnsanlar böyle işte. Hayatı sadece ödül ve ceza olarak görüyorlar. Tanrıyı bir nevi insanlar yaratmış oluyor aslında. Kendi düşüncelerini kabul ettirmek için kutsal olduğunu varsayılan varlığa inanan masum insanların masum vicdanlarını kullanıyorlar. Tanrı gibi yüce bir varlık varsa eminim bu saçma düşünceden çok daha fazlası vardır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇARESİZ(AyanDo)
RomantikÇaresiz, yapayalnız bir dövüş ustasının nasıl duygusuz bir kıza aşık olup nasıl acı çektiğini anlatan bir aşk hikayesi... "Acı çekmeye alışmış biri için bile sevmek ölümcüldür Ayano."