~8.Bölüm~

2.7K 324 68
                                    

"Düşüncelerimi mi okuyorsun?" Yüzümdeki tatlı tebessüm silinirken kaşlarım beyaz tenim üzerinde çatıldı. Avuçlarımın içerisinin ısınmasına sebep olan bardağı yüzümün hizasına kaldırarak dolgun dudaklarıma yaklaştırdım. Bardağın içerisindeki sıcak kahve boğazımın yanmasına sebep olurken tatlı sıvıdan küçük yudumlar aldım.

"Sanmıyorum," dedi donuk bir şekilde. Önümden çekilerek birkaç adım uzaklaştı. Ağır adımlarına bakılırsa telaşı yok gibiydi. Karanlığın içerisine karışarak kitaplıkların arasında kayboldu. "Aklım insanların düşüncelerine yer ayıramayacak kadar karışık."

Dedikleri karşısında istemsizce sol kaşım tenim üzerinde havaya kalkmıştı. Elimdeki minik feneri zemine tutarak onun gittiği yoldan ilerlemeye başladım.

"Tuhafsın..." dedim karmaşık duygularım ses tonuma yansırken. Daha sonra yaptığım hatayı fark ederek hemen cümleme devam ettim.
"Yani düşüncelerin, tuhaf."

Cümleme başlarken yüzündeki kusurları ona hatırlatmak istememiştim. O her ne kadar heterokromi gözlerini birer kusur olarak görse bile insana ilham verebilecek kadar güzel gözlere sahipti.

Koca kitaplığın önüne geldiğimizde kitaplığa yaslanmış olan merdiveni duvarın önüne çekti. "Tuhaf olmayı seviyorum." dedi donuk bir şekilde. Ardından ahşap kitap merdiveninin birkaç basamağını çıktıktan sonra başını arkaya doğru hafifçe çevirerek bana baktı, yüzüne tatlı bir tebessüm yayılırken çenesindeki gamzesi daha çok belirginleşti. " Bence sen de denemelisin."
Dediği şey karşısında sesli bir şekilde güldüm. Ardından basamakları çıktı ve kitaplığın üzerinde kalan cam tavanın küçük camını açtı. Daha sonra elleriyle camın kenarlarından destek alarak kendisini yukarı çekti. Dışarıya çıktından sonra aşağıya doğru bakarak, "Dolunayın altında huzuru aramak isteyen sen değil miydin? Haydi gel." dedi.

Elimdeki kahve dolu kupayı ona uzattım, ardından ahşap merdivenin basamaklarına tırmandım; ellerimi fazlasıyla sıkıyordum. Sanırım düşmekten korkuyordum.

Basamakları tırmandıktan sonra kafamı açık pencereden  dışarıya doğru çıkardım. Gökyüzü siyah bir çarşaf gibi üzerimizi örtüyordu. Dolunay sis misali gökyüzünü bulanıklaştırırken yıldızlar bir umut ışıldıyordu.

Bütün bedenimi yukarıya doğru çektim ve ardından tam olarak cam çatının üzerine çıktım. Attığım yavaş adımlarıma dikkat ederek biraz ileride oturan Pan'in yanına ulaştım. Cam tavanın üzerinde otururken elindeki kupayı bana uzattı. Kahvenin kendine has mükemmel kokusu burnumu şenlendirirken ılıklaşan kahveden büyük bir yudum aldım.

Bardağı iki bacağımın arasına sıkıştırırken kahverengi gözlerimi ayakucumdan çekerek gökyüzüne sabitledim. Birkaç yıldız, tebessüm eden gözlerimle buluştuğunda sırıttım.
Boğazımı hafifçe temizledikten sonra gözlerimi yıldızlardan ayırmayarak konuşmaya başladım, "Keşke yıldızları öpebilseydik, Pan."

Gözlerimi yıldızların umut dolu ışığından çekerek Pan'e baktım. O da tıpkı benim gibi gökyüzüne sabitlediği gözlerini çekerken derince yutkundu. Ardından biri kahverengi biri yeşil renge sahip olan heterokromi gözlerini gözlerime sabitledi.

Etrafı büyü gibi saran nefha, kıvırcık saçlarımı uçuştururken yüzümün önüne gelen birkaç saç telini kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Yumuşak bir ses tonunda konuşmaya başladı:

"Yıldızları öpsek  dudağımıza batarlar mı, Bell?" 

Rafların Arasında | TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin