Dudakları arasından dökülen sorusu, gönlümün boş alanlarını dolduruyordu.
Sesi bir insanı hayata döndürebilecek kadar yumuşak ve eşsizdi. "Bilemiyorum..." dedim kısık bir ses tonunda. Dudağımın üzerinde katman oluşturan kahvenin tatlı sıvısını dudaklarımı yalayarak yok ettim. Gözlerimi heterokromi gözlerinden ayırarak gökyüzüne sabitledim.
"Bir gün bunu kesinlikle denemeliyiz." dedim dudaklarımın arasından sızan kahkahaya engel olamazken.
O ise bu cevabım karşısında sessiz kalmayı yeğledi.
Bir müddet daha orada oturduk. Yıldızların altında... Lacivert çarşaf üzerimizi bir anne şefkatiyle örterken kahvemizi yudumlamaya devam ettik.
Güneşin doğmasına yarım saat kala Pan oturduğu yerden ayağa kalktı. Ben de ona eşlik ederek üzerinde oturduğum cam plaktan kayıp, düşmemek için temkinli hareketlerle ayağa kalktım.
"Artık rafların arasına geri dönmeliyiz."
Üzerimdeki ince elbisenin yukarı kayan etek bölümünü düzeltirken olumlu anlamda başımı salladım. Ardından kenara bıraktığımız kahve bardakları alarak, çatıya çıktığımız, pencerenin olduğu alana ilerledik.
Açık camdan ilk önce ben indim. Peşimden Pan merdivenin tahta basamaklarından inerken geri dönerek açık camı kapattı.
Üçüncü kattan zemin kata inene kadar hiç konuşmadık. Nedenini bilmiyorum... Aklım bomboştu. Saatlerce dolunayın altında otururken ruhum hiç olmadığı kadar hafiflemişti. Belki de bu sessizliğimizin sebebi bu yüzdendi.
Zemin kata indiğimizde yavaş adımlarla birkaç saat önce düştüğüm yere ilerlemeye başladık. Kitap arabasının üzerindeki birkaç kitap düşmem ile etrafa saçılmıştı. Eğilerek yerdeki kitapları birlikte toparladık ve kitap arabasına tekrar yerleştirdik.
Ardından soğuk zeminin üzerine oturdum ve sırtımı koca kitaplığa yasladım, Pan'de yanıma gelerek oturdu ve tıpkı benim gibi sırtını kitaplığa yasladı.
Kafamı kitaplığın bir rafına yasladım sonrasında da gözlerimi kapattım. Yumuşak çıkan ses tonumla konuşmaya başladım,
"Pan."
"Efendim, Bell."
"Teşekkür ederim..." dedim kısık çıkan sesimle. Kalp atışlarım hızlanırken gözlerimi açtım ve kahverengi irislerimi yanımda oturan Pan'in yüzüne sabitledim.
"Varolmayan Ülkeye beni kabul ettiğin için, teşekkür ederim."
Karşısındaki kitaplığın raflarına sabitlediği gözlerini yavaşça çekerek yüzüme baktı. Kafasını o da tıpkı benim gibi kitaplığın rafına yasladı. Soluk teni üzerinde dudakları içtenlikle kenara doğru kıvrılırken yumuşak kahverengi saçlarını bir eliyle dağıttı.
"Ait olduğun bir ülkeye seni kabul edemem Bell. Sen daima buraya, Varolmayan Ülkeye, ait olacaksın."
Tenimin üzerinde çatılmış kahverengi kaşlarım duyduğum kelimelerin ardından yumuşak bir dalga haline büründü. Dolgun dudaklarımda tatlı bir gülümseme oluşurken kafamı Pan'in omzuna yasladım.
Daha fazla uykusuzluğa dayanamayan göz kapaklarım ağırlaşarak kahverengi gözlerimin önünü usulca örttü. Oturduğum yerde huzursuzca kıpırdayarak daha fazla Pan'e yaklaştım ve kafamı omzunun üzerine daha çok yatırdım.
Gözlerim sonsuzluğa kapanmadan önce son birkez dudaklarımı araladım,
"Kokun..."
Dedim ve birkaç saniyeliğine de olsa duraksadım.
"Kitap gibi kokuyor."
~~~
Kulağıma ilişen birkaç boğuk ses ile olduğum yerde huzursuzca kıpırdadım.
"Bütün gece burada mı kalmış?
"Öyle olmalı, oysa her yere bakmıştım. Kütüphanede kimsenin kalmadığına emindim."
Elimi aylak bir tavırla havaya kaldırdım ve kapalı gözlerimin üzerini ovuşturdum.
"Hey, uyanıyor."
Kulağıma ilişen yumuşak kadın sesi ile aniden gözlerini açtım. Manolya Hanım, yere eğilmiş bir biçimde karşımda dururken yüzünde tatlı bir gülümseme vardı.
"Günaydın." dedi kahkaha eşliğinde. Gördüğüm görüntü ile olduğum yerden panikle kalkmaya yeltendiğim anda,
"Hey, sakin ol. İyi misin?" diye sol tarafımda duran Arif Abi konuşmuştu bu sefer.
"Ne?" Aklım karışık bir şekilde gözlerim ikisi arasında mekik dokurken sonunda neden burada olduğum aklıma gelmişti.
"Bütün gece burada ne yaptın? Neden yardım istemek için birisini aramadın?" Manolya Hanım'ın endişeli bakışları üzerinde gezinirken sorduğu sorusuna cevap bekliyordu.
Panikle etrafıma bakındığımda şu an bu koca kütüphanede Arif Abi, Manolya Hanım ve sadece benim var olduğumu idrak ettim.
"Pan..."dedim ikisinin gözlerine bakarken, "o nerede?"
Arif Abi ile Manolya Hanım'ın gözleri birkaç saniyeliğine birbiri ile buluştu. Ardından Manolya Hanım tek dizi üzerine eğildiği zeminden ayağa kalkarken çekik gözleri kahverengi irislerimle birleşti, endişeli bir duyguya bürünen simasıyla beni süzerken konuştu.
"Geldiğimizde kütüphanede sadece sen vardın."
SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rafların Arasında | TAMAMLANDI
Short Story🏆Wattys2018 "Kahramanlar" kategorisi kazananı.🏆 ~~~ "Keşke yıldızları öpebilseydik, Pan." "Yıldızları öpsek dudağımıza batarlar mı, Bell?" ~~~ Kısa hikâye kategorisindedir. ☄Bu isimde yazılan ilk kitaptır.☄ Söz, karakter, kurgu bakımından çalın...