"Soobin sana iyi davranıyor, değil mi?" Önüme düşen sarı saçlarımı geriye iterken sorduğum soruyu aklında ölçüyor gibi yapsa da, Soobin'i sevdiği diğer gezegenlerden bile belli.
"İyi davranmak mı? O bana sanki bir sanat eseriymişcesine bakıyor. Bu çok hoş, her zaman onu izlerken buluyorum kendimi. Her bakışımda daha da yakışıklı oluyor gözümde, özellikle siyah takım elbiseli hali..."
"Benim takım elbisem olmadığı için mi sevmiyorsun beni?"
Sözcükleri dururken, duran tek şey onlar olmuyor. Zaman duruyor, kalp atışlarım duruyor, hareketleri duruyor, hareleri bende duruyor, masanın üzerinde ritim tutan elleri duruyor, kısacası...çoğu şey zaten duruyor.
"Ne?"
"Diyorum ki; Benim takım elbisem olmadığı için mi sevmiyorsun?"
Şaşkın yüzü buruşmaya başladığında alacağım cevaptan korkuyorum. "Tanrım, şaka yapmıştım. Neden gülmüyorsun?" Diyorum.
Gülümsesem bile içimde ağlayan kan, sanki dudaklarımı gülmek için araladığım her an, gelecekti bir zehir gibi.
"Ah Yuna, beni korkuttun."
Sorun takım elbise değildi, sorun...sorun, sorun bendim. Sorun onu sevmemdi.
Zira;
Onu sevmem, onu korkutuyordu.