limon [iv.]

84 10 3
                                    

Elimdeki pakete bakıp iç geçirdim. Bu apartmana sadece bu paket için gelmiştim ve on dakikaya kadar geleceğini söyleyen kadın yaklaşık yirmi dakikadır ortada yoktu. Ben de arabada öylece oturuyordum işte.

Telefonuna da cevap vermemişti. Şimdi bu paketi alıp gitsem benim suçum mu olacaktı? Kapısının önüne bırakıp gitsem n'olurdu? İç geçirdim. Teslim edecek o kadar paket varken ben yine vicdanıma yenilip kalmıştım. 

Şikayetçi değildim aslında. Sadece biraz zahmetli oluyordu. Haydar abi fırça kayıyordu çünkü. Ama değdiğini düşünüyordum. Yani değiyordu. Bazen.

Telefonun ekranını uyandırdım ve bir kez daha aradım. Bir kere çaldı, iki kere, üç...

Nefes nefese bir kadın sesi telefonu açtı. "Geldim!" dedi açar açmaz. "Gitmediniz değil mi?"

Gülümsedim. "Hayır, buradayım."

Bunu söylememin ardından telefon kapandı, yaklaşık yirmi saniye sonra bir kadının arabanın penceresini tıklattığını gördüm. Ona gülümseyip kargoya doğru uzandım. Pencereyi açıp paketi verdim. Bunlar olurken kadının "Çok sağ olun vallahi.. Size de zahmet verdim.." deyişine karşılık gülümsemeye devam ettim. İyilik yapmış olmam bulunduğum durumun olumsuz yanlarını gizlememi gerektirmezdi, değil mi? Yani gereksiz bir nezaketle "Yok ne zahmeti..." diyemezdim zira kendi adıma bir risk almıştım. İyilik, karşının gördüğü ama değer de bileceği bir şey olmalıydı. 

Elbette onu sürekli süsleyip göze sokmamalıydınız. Ama şartlarınızı, fedakarlığınızı unutmamanız gerekirdi. Bunu öğrenene kadar bu iş canımı çıkarmıştı doğrusu.

Ama bu kadıncağız öyle değildi. Yaklaşık kırklarında, gözlerinin altındaki çizgilerinden sadece bugünün değil tüm hayatının yorgunu olduğu belli olan bu kadın, konuşurken mahcuptu. "Günüm öyle kötü geçmişti ki.. Beş para etmez insanlar yüzünden bugün çekmediğim kalmadı." Bunları söylerken yüzüne oturmuş, gülümser ama kederi de yanaklarından akan o ifadeye baktım. 

"Rica ederim.." deyip gülümsedim. "Siz insana olan umudunuzu yitirmeyin yine de."

"Böyle bir dünyada yaşarken bu biraz imkansız ama..." deyip iç geçirdi. Paketi gösterdi. "Yine de çok teşekkür ederim. İnanın çok makbule geçti. Umarım işiniz çok aksamamıştır."

Gülümseyerek, "Rica ederim.." "Maalesef biraz öyle oldu ama sizin bu sevincinize değdi doğrusu." dedikten sonra "Her zaman yaptığım bir şey değildir." diye de ekledim. 

"Çok sağ olun.." diyebildi, "Vaktiniz varsa bir kahvemi içseydiniz?" Teklifi yaparken yorgun gözlerini parlatan samimiyeti gördüm, içim ısındı. 

Ama reddedecek olmam çok kötüydü. Isınan kalbimin biraz burkulduğunu hissettim, avuç içlerimi havada sallayıp gülümsemeye devam ettim. "Yok, çok teşekkür ediyorum, benim gitmem gerek."

"Pekala, tekrar çok teşekkür ederim."

Baş ifadesiyle onu onayladıktan sonra gülümsememi gayriihtiyari sürdürerek arabayı çalıştırdım, geri vitese aldım. Ben yoluma giderken o içeri girdi, üstüme sinen gerginlik ve telaşın uçup gittiğini hissettim.

Haydar abinin azarını bile umursamayabilirmişim gibi hissettim o an. Bir insanın işini görmek hissi, karşıdaki mutluğu hissedebilmek... Bilemezdim, belki de sahte bir mutluluktu ama bana yine yaşadığımı hissettirmişti.

*-*-*-*

Hümeyra'yla akşam yemeği

Pastam masaya gelirken Hümeyra çığlık atıyordu. "Ay ay ay..." 

Onun tepkisine güldüm elimde olmadan. O da bu tepkinin ardından şu klasikleşmiş doğum günü şarkısını benim için söylemeye başladı, söylerken kıkırdadı, gözlerime bakıp "Hadi eşlik et!" diye bağırdı. 

Ben sadece onun neşesine güldüm. 

Pastayı getiren garson çatallarla bardakları da bırakıp gidene dek Hümeyra sevincini epeyi dolu dolu yaşadı. "Bugün senin günün!" falan dedi arada. 

Bugün benim günüm müydü, bilmiyordum. Unutmuştum da zaten. Hümeyra'nın gün içindeki şüpheli tavırları olmasa bugünün içinde bir sürpriz de aramazdım muhtemelen. Çünkü kişilik olarak dahi sürprizlere kapalıydım. Ani olan her şey beni hep korkuturdu. 

Bu, belki de evliliğime kısa bir süre kala yüzüstü bırakılmamla birlikte daha da derin bir kuyu olmuştu benim için. Hümeyra da bunu pek bilmezdi, ama kargo şirketinde çalışmaya başladığım ilk zamandan beri doğum günümü hiç aksatmadan böyle küçük sürprizlerle kutlardı. İlk başlarda kızsam da sonrasında ben de işi gırgırına vurmaya başladım. 'Bana şunu al, bunu al' falan dedim ama her seferinde, bugünü hiç beklemediğimi şimdi idrak ediyorum.

Kötü bir sürpriz, hayatımın neşesini ve bekleyişe dair duyduğum bütün umudu söküp almış benden. 

Ve ben kalan tüm ömrümü solgun bir çiçek olmaya adamışım. Suyum verildiği halde, güneş gördüğüm halde ve arılar etrafımda vızır vızır dans ettiği halde...

Garson bardak ve çatalları bırakıp gitti, Hümeyra'nın yüzüne bir hüzün çöktü. Onu böyle görür görmez benim de kalbim buğulanmıştı. "Hey.." dedim, "Pastaya kadar mıydı tüm o neşe?"  

"Mum istemeyi unutmuşum.." dedi sıkıntıyla, o bunu söyler söylemez irade dışı patlattım bir kahkaha.

"Dert ettiğin şeye bak.." deyip çatala uzandım. "Benim ciğerim yanıyor, ben onu söndürürsem bundan iyi doğum günü ritüeli olmaz bana..."

Suratını ekşitti. "Bayılıyorsun mutlu anlarımıza limon sıkmaya."

Göz kırptım. "Limon severim biliyorsun."

İç çekti. "Bilmez miyiiiim...." deyip yanındaki boş sandalyede duran çantasını aldı. Büyük bir ciddiyet ve muhtemelen az önceki kötü şakama duyduğu kızgınlıkla kaşlarını çatmış bir halde hediyemi çantadan çıkardı. 

"Keşke sana limon alsaydım.." dedi hediyeyi uzatırken. 

"Olsun.." dedim, "Sen de şu an yeterince ekşisin..."

sana nasıl öldüğümüzü anlatacağımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin