3

3 1 0
                                    


"Sikerler?" bir teröriste edilen küfür sorun teşkil etmiyorsa bu durum onun yıllardır baskıladığı rahatsızlıklarını boşaltabileceği bir sistem hatası olabilirdi. Bir fırsat... Gerçi sistemin bunu bir hatayla oluşturduğunu sanmıyordu. Hükümet her daim bilinçlidir.

Gri boyalı soğuk odada, oda denemez ama, o taş gibi yatağın üstüne oturmuştu. Kapının kilitlendiğini duyunca bugün bir daha Mahra ile görüşemeyeceğini anladı, zaten mecali de kalmamıştı. Aptal hissediyor ve aptallığının getirdiği rahatsızlıkla yerinde duramıyordu. Odanın içinde volta atarken her gözünü kapadığında geçmişte, şimdi ya da gelecekte asla sahip olmadığı ve sahip olamayacağı bir huzuru kokluyor, gerçek olmayan bu hisse özlem duyuyordu ve buna engel olması mümkün değildi. Kendisiyle baş başa kaldığı zamanlar kısıtlı olurdu lakin şimdi her zamankinden daha yalnız ve uykuya karşı da isteksizdi, gereğinden fazla uyumak lükstü zaten.

Göz kapakları alt ve üst kirpiklerini birbiriyle buluşturduğunda, karanlığın ardında canlanan bir karabiber ağacının ince, küçük ve sık yapraklarını görebiliyor, tatlı ve baharatlı kokuyu burnunda hissedebiliyordu. Ağacın yaprakları arasından meraklı bir çocuğun kapı deliğinden baktığı gibi bakışlarını sızdıran güneş, annelerin gözünden geliyormuşçasına sıcak ve şefkatliydi. Yanağına hiç sahip olmadığı tatlı öpücükleri bırakıyordu ışık, asla sahip olamayacağı ve sahip olmadığı zahiri bir aydınlık... Kulaklarına fısıldayan dalgaların sesi şimdi de, dalgalar ki hiç şu anda duyduğu kadar uysal kımıldanmamıştır. Hafif rüzgar her bir saç telini okşayıp dağıtıyor ve boynuna muzır ısırıklar bırakıyordu. Esinti ergen ve tecrübesiz erkeklerin dudaklarını çalmış olmalıydı. Ağzında, tatlı acı bir kurabiyenin burukluğu barınıyor, tarçın ve balın umami karmaşası, bir şişe su için can atıyordu damakları. Son on yıldır halka yasaklanmış eski romantik filmlerin, caz müzik eşliğinde aşkın kuvvetsiz lakin hızlı kalp çarpıntılarını seyircisine hissettirme amacıyla çekilmiş sahneleri andırıyordu bu an.

Anlamsız romantizme kapılmak her insanın depresif atağında ortaya çıkar. Şimdi her şeyi birbirine benzeterek ve gereksiz anlamlar yükleyerek yalnızlığının doruğunda huzura duyduğu özleme sığınıyordu. Anılarının kaynağını bulamamak onu öylesine rahatsız ediyordu ki, yürürken ayağına, yatarken sırtına ve otururken de bacaklarına iğneler batıyordu.

Kirpiklerinin ıslandığını hissetti, yaşamadığı bir anı, bir durumu özlemenin acısıyla yüreği hızlanıp ciğerlerinde azımsanamayacak bir acı uyandırdı. Kaburgasındaki sancılarla yatakta sağa döndü ve o an kirpiklerini ıslatan gözyaşları yerçekimine karşı koyamayıp yanaklarından kayarak yastığa döküldü. Eliyle yüzünü silerken derisinin sıcak mı sıcak olduğunu hissetti, kızarmıştı. İrkildi, biri görse ne yapardı? Utancı daha fazla yaşa ve küçük hıçkırıklara sebep olursa peki? Burayı terk etmek zorunda kalmaz mıydı? Bu yüzyılda ağlayacak kadar düşkün bir insan olmanın suçluluğu altında ezilir ve kendini yadsırdı. Yataktan ani bir farkındalıkla kalktı. Duvara yaklaştı ve bu hiç yaşanmamış anıların nereden geldiğini anlayamamanın, ölüm bilinmezliğinin acı dolu hissiyle, kendi kendine duyduğu öfkeye hakim olamayıp zaten sıkmakta olduğu yumruğunu karşısındaki çıkıntılı duvara savurdu. Acı sayesinde serotoninin vücudunda yayıldığına şahit olurken elini gözüne yaklaştırıp yumruğundaki kemik çıkıntılarının üzerini kaplayan ince derinin renk değişimine odaklandı. Dudakları inceden aralanmış, kanın sıcak kırmızısı siyah irisine yansımıştı. Dipten kapkara akıp uçlarda moraran dalgalı saçları gözünün önüne düşmüştü. Bir damlacık halinde işaret parmağının arasından süzülen kan onda güzel bir anıyı daha canlandırıyordu. Bir adam, sarı saçları ve balköpüğü gözleriyle öğlen güneşine benzeyen bir delikanlı... Annesinde bulamadığı şefkati onda buluyordu, yine de detaylarıyla hatırlayamıyordu yüzünü. Manolya onu kolları arasına alıyor ve başını omzuna koyuyordu, elleri küçücüktü ve arkada yine o televizyon:

ÜçgenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin