Ne olmuş ki tüm çiçekler solmuşsa? Her yeni güne de batmaktan bıkmayan bir güneşle başlamıyor mu insan?
Geçen geceki beklenmedik ziyaretten sonra Hermione'yi uyku tutmamış, yorgunluktan bitap düşüp öylece uyuyakaldığı bir saat içinde de sabah olmuştu. Gerçekten çok kısa bir süre uyuduğunun farkındaydı ve komodininin üzerinde bulduğu saten bir gecelik takımıyla sabahlığın onu şaşırtması da bu yüzdendi.
Anlaşılan Lord beyefendi insafa gelmişti de birkaç parça günlük kıyafet de vardı yanlarında. Bellatrix'in üzerinde gördüğü elbiselerden daha az kasvetli ve sarışın kardeşinin giydiklerinden de epey az iddialıydılar; yine de yabana atılır türden kumaşlardan değillerdi. Hermione kafasını bu kıyafetleri kimin seçtiğine ya da kime ait olduklarına yorarken ayağa kalkmış ve odaya bitişik küçük banyoya yürümeye başlamıştı.
Buz gibi suyu suratına çarptı ve kafasını kaldırıp aynaya baktığında damlalar yavaş yavaş boynuna, oradan da göğsüne süzüldü. Uykusuzluğun getirdiği koyu renk halkalar göz altlarına sanki bir daha ayrılmamak üzere yerleşmişlerdi. Yatakta dönüp durmaktan kabaran saçlarını elleriyle dizginlemeye çalışmak yerine küvetin musluğunu açtı, sıcak su oluk oluk akarken de düşüncelerinde dalıp gitti. Karanlık Lord'un kendisi gibi karanlık gözlerini ve bileğinde dolaştırdığı yumuşak parmaklarını düşünürken hissettiği ürperti omurgasından ayak parmaklarına kadar bir elektrik akımı gibi yayıldı Hermione'nin.
Üzerindeki kıyafetlerden kurtulup küvete adımını attı ve sıcak su tüm vücudunu ikinci bir deri gibi sarınca başını arkaya yasladı.
Bu şekilde hizmet edebilirsin.
Hermione, dudakları titreyerek derin bir nefes aldı. Gözlerini yumup başını da tamamen suyun altına kaydırırken adamın tüyler ürpertici güzel sesi dün gece olduğu gibi kendisini bulup sıkıyordu sanki.
Zaten başka seçeneğin de yok.
Başka seçeneği yoktu, ama bir seçeneği olduğu için şükür mü etmeliydi? Bir çift pijamaya sahip olabildiği için mutlu hissetmesi mi bekleniyordu kendisinden? Tutsaklığını kehanet yeteneği -Lord'un deyimiyle- sayesinde sözde bir misafirliğe çevirmeyi başarmıştı ama bundan bir önceki adımı göremediği gibi bir sonraki adımı da göremiyordu.
Suyun altında nefesini tutmaya devam etti Hermione. Gerçek dünyayla yüzleşmek için kendini hazır hissetmiyordu, muhtemelen hiçbir zaman da hissetmeyecekti. Kimliğini ve neden burada olduğunu hatırlamadığı her saniye bu zifiri karanlık kuyuda geçireceği bir ömür manasına gelmekteydi.
Dün gece çelik mavisi bakışlarda gördüğü beklentiyi ve bir an için yakalayabildiği o heyecan parıltısını hatırladı. Peki ya, ya Lord'a istediğini veremezse? Ya Lord, hakkında yanılıyorsa? Ne de olsa bu Hermione'nin bilinçli yaptığı bir şey değildi ve ha deyince de tekrarlayamazdı. Sergilediği yetenekler hakkında hiçbir fikri yokken sadece onlar sayesinde malikanenin soğuk zindanından çıkabildiğini bilmek korkutucuydu.
Karanlık Lord artık yeteneklerinin işe yaramaz olduğuna karar verdiğinde Hermione'yi yeniden o zindanlara mı atarlardı? Dişine kan değmiş bir kurt gibi, Lord'un da yakasını bir daha asla bırakmayacağının farkındaydı. İstediğini almak için canını çıkarana kadar zorlardı onu ve kullanılamayacak hale geldiğinde bir toz beziymiş gibi kenara fırlatırdı.
Ellerini küvetin iki yanına koydu ve bedenini yukarı çekti. Derin bir nefesle ciğerlerini doldurup gözlerini açarken uzun boylu adamın suratının tam ortasına doğrulttuğu asası ve fısıldadığı acımasız sözcüklerin olduğu bir imge beliriyordu kafasında.
![](https://img.wattpad.com/cover/251846308-288-k961193.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STRANGER I Tomione I
Fanfictionİyi bir öykü tüm düğümlerin çözülmesiyle son bulur ama gerçek hayat birçok düğümden oluşur. Ve bazen, hikayelerde sadece tek bir av ve tek bir avcı yoktur. Hermione, yirmi yedi sene öncesine gidip zamanda bir paradoks yarattığında, sağ kalan herkes...