Aile özlemiyle yanıp kavrulan bir kızın, ailesine kavuşma öyküsü
Genç kadın aynanın karşısında üzerindeki uzun, beyaz elbiseyi derince süzdü. Yüzündeki kırık tebessümle gözlerinin içine bakıp şarkısını mırıldandı. Yüzünde, sesinde, sözlerinde ölümün sessizliği vardı. Kendi de bu dinginliğe anlam veremiyordu. Ruhunda kopan vaveylalara karşın, neydi bu bedeninin çaresiz dinginliği?
Gülümsedi. Lâkin bu gülümseme mutlu bir tebessümden oluşmadı. Bu gülümseme genç kadının acılarından doğdu. Ardından kendine sırt çevirdi. Daha fazla aynaya bakamazdı, şayet ki bakarsa acı bir kanser gibi sinsice yayılır ve tüm benliğini ele geçirirdi.
Son kez odasında gözlerini gezdirdi. Uzun uzun baktı odasına. Sanki geri dönecekmiş gibi komodinin üzerinde bıraktığı suya, bunca sene derdini, ruhunu döktüğü tuvallerine, hiç olmadığı kadar düzenli ve özenli topladığı odasına. En son gözleri günlüğünde takıldı. Bugünkü planından yalnızca onun haberi vardı. Hayatındaki her şeyden haberdar olduğu gibi bugünkü planından da haberdardı. Aklına gelen fikirle eğilip defterini aldı genç kadın. Arasına bıraktığı tükenmez kalemini usulca kavrayıp son kez ruhundan geçenleri yazdı.
Ardından düşündü genç kadın. Bir mektup yazmalı mıydı? Yoksa son satırları kimsenin okumayacağı bir defterde kaybolmalı mıydı?
İkilemde kalsa da arkasında ona ait güzel cümlelerin olduğu bir mektup bırakma fikri içini ısıtmıştı. Kime yazacağını bilemeyince büyük bir sızı çöreklendi kalbine. Güzel bir mektup bırakma fikri ancak ve ancak ardında bırakacağı kişiler olunca hayata geçirebileceği bir fikirdi. Oysa genç kadının kimsesi yoktu. Zaten bugünkü planına sebep olan ufak tefek acılarından biri de bu değil miydi?
Yalnızlık. Basit gibi görünen ancak insanın ruhunu günden güne tüketen bir eylem. Başı sonu olmayan bir acı. Çaresizce bekleten bir acı. Belki de en kötüsü.
Gözünden düşen bir damla yaş ile kendi içinde girdiği münakaşadan sıyrıldı. Ayağa kalktı ve dimdik durdu. Bugün hayatında hiç olmadığı kadar mutlu ve güçlü olmak istiyordu. Bugün hayatının her gününden farklı olsun istiyordu. Çünkü bugün onun miladıydı. Bugün onun yeni hayatının başlangıcı olacaktı. Bedeninin bu dünyada bulamadığı mutluluğu, ruhu bu dünyadan uzakta bulacaktı. Bundan emindi. Adımlarını her zamankinden daha güçlü attı ve yanına sadece huzurlu zamanlarından kalma bir fotoğraf karesi alarak evden ayrıldı.
Kimseye bakmadan güçlü ve kendinden emin adımlarla yürüdü. Bir süre sonra tenha uçuruma ulaşmıştı. Etrafta gözlerini gezdirdi ve dudaklarının titremesine rağmen kocaman gülümsedi. Burayı özenle seçmişti. Sonunu getirecek uçurumun alelade bir yerde olmasını istememişti. Burası ailesinin mezarına öylesine yakındı ki onların sıcaklığını burada hissedebiliyordu.
Sahi, ne kadar olmuştu ailesinden kopalı?
Ne kadar dayanabilmişti onlarsız?Çok özlemişti onları ve artık bir an önce kavuşmak istiyordu. Onu bu dünyada yalnız bıraktıkları için onlara kızgındı. Ancak bu küçük bir çocuğun sitemi gibi gelip geçici, şakadan bir kızgınlıktı. Sonuçta birazdan kavuşacaklardı, gönül koymak mantıksız olurdu.
Genç kadın elindeki fotoğrafa son kez baktı. Annesine, babasına, kardeşine baktıkça ruhu özlemle kavruluyordu. Tamam dedi. Artık vakti geldi. Adımlarını attı ve tam uçurumun ucunda bekledi. Öylesine yüksekti ki aylardır bu anı planlamasına rağmen kalbi; kafese konmuş bir kuş gibi çaresizce çırpınmaya başladı.
Büyük bir kabullenmişlikle "Korkuyorum!" Diye mırıldandı. Korkuyordu, hem de öylesine korkuyordu ki kalbi acımaya, nefesi kesilmeye başladı. Sanki bir işe yarayacakmışçasına elini kalbine götürüp oraya bastırdı. Artık geri dönüş yoktu biliyordu. Bu yolun sadece engebeli kısmıydı, daha sonrasında düzlüğe ve de ailesine kavuşacaktı bunu da biliyordu. Ama korkuyordu işte. Küçük bir kız çocuğu gibiydi. Sanki, sanki kocaman bir kalabalık içinde annesini kaybetmiş gibi korkuyordu.
Histerik bir biçimde güldü. Zaten öyle değil miydi?
Kaç yaşında olursa olsun ailesini, annesini kaybetmişti nasıl korkmasındı?Kuvvetli bir el kalbini sıktı sanki. Tam o anda evden çıkmadan önce verdiği sözü unuttu. Omuzları çöktü, gözünden düşen bir damla yaş ile birlikte ruhundan canhıraş bir çığlık koptu. Son kez, omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Belki dakikalarca, belki de saatlerce. Zamanı umursamadan. Kalbindeki acı biraz da olsa dinince gözyaşlarını silmeden ayağa kalktı. Elindeki fotoğrafı sımsıkı tuttu ve adımlarını attı.
Tek ayağını boşluğa sallamadan önce arkasına baktı. Kimsenin olmadağını biliyordu ama yine de çocukça bir istekle arkasına baktı. Biri gelseydi onu kurtarmaya belki de tutunacaktı hayata.
Gelmedi...
Kimse, hiç kimse gelmedi...
Ve genç kadın diğer ayağınıda boşluğa attı...
Artık acıları yoktu. Bir kuş gibi hafiflemişti. Her şeye rağmen o galip gelmişti çünkü genç kadın mutlu bir sonu olmasa dahi kendine mutlu bir baslangıç yaratmıştı.
Artık ailesine kavuşma ve mutlu sonsuzda yaşama vaktiydi...
Artık ölümün namütenahi yollarında dolaşma vaktiydi...
Artık ölümün huzurlu kollarına atılma vaktiydi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümün Huzurlu Kolları
Short StoryArtık ölümün namütenahi yollarında dolaşma vakti... Artık ölümün huzurlu kollarına atılma vakti... Tek bölümlük bir hikaye.