-2-

106 18 78
                                    

"Buldum seni!" diye fısıldadım gülümserken. Kasiyer çocuk bana "ne diyorsun" der gibi bakıp geri kalan malzemelerimi de düt düt aletinden geçirdi.

"Kredi kartı mı nakit mi?" dedi yorgun sesiyle.

Yakasına yapışıp "Söyle!" diye bağırmak istiyordum. "Bana aşık olmak için ne kadar istiyorsun?!"

"Beyefendi?"

Başımı iki yana salladım ve pantolonumun arka cebinden cüzdanımı çıkardım. O kartı makineden çekip bana geri verirken bu sefer yeniden, bile isteye dokundum parmaklarına. Aynı his saç diplerimden ayaklarıma kadar sarmaladı bedenimi. Sanki kaburgalarımın içinde bir cümbüş yaşanıyordu! Havaifişekler patlıyor, içimde taşıdığım bütün kişilikler çığlıklar atıyordu.

Orada gereğinden fazla dikilip hem onu hem de müşterileri engellediğimi fark ettiğimde poşetlerimi de sırtlayıp dışarı çıktım. Hava soğuktu, üzerimdeki ceket inceydi ancak umursamadım. Hipotermiden göçmeyi önemsemeyecek kadar heyecanlı, içeride durmayı akıl edemeyecek kadar da saftım o an. Resmen senelerdir didik didik aradığım, uğruna en olmadık deliklere girip bilinmedik arşlara çıktığım çocuk buydu!

Her zaman minyon bir gelini olacağını hayal edip duran annem nasıl da şaşıracaktı.

Birkaç dakika geçti. Dükkandan çıkan çalışanları görünce umutla doğruldum. Yüzünü güneşe dönen bir ayçiçeği gibi, ben de kendi güneşime bakındım; kasiyer beyefendi sırtında siyah çantası ile çıkışa geliyordu.

Rüzgârın bozacağını bilmeme rağmen saçlarımı şöyle bir düzelteyim dedim. Hedefim dışarı çıktığında yerdeki poşetlerimi hızlıca kavrayıp peşinden koştum.

"Pardon! Bakar mısın?"

Seslenişimle durdu. Bana döndüğünde tepeden tırnağa inceledim onu. Siyah saçları uzundu, küçük bir at kuyruğu yapmıştı tepesinde. Geniş omuzları, ilk bakışta göze çarpan yapılı bir vücudu vardı. Çene hatları oldukça belirgin ve güçlü olsa da yanakları tombul tombuldu.

Dahası, bana sabırsız bir ifade ile bakıyordu. "Buyrun? Hava biraz soğuk, çabucak halledersek–"

"Sen benim gerçek aşkımsın." dedim uzatmadan. Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Dudakları aralandı ve küçücük bir o harfini andırdı. "Yani biliyorum kulağa bayağı tuhaf geliyor ama öyle işte haha."

Batırıyor muydum acaba? Neden yüzüne küfretmişim gibi bakıyordu?

"Beni taciz etmeyi bırak." dedi kaşlarını çatıp. "Yoksa polise veririm seni."

"Ama doğruyu söylüyorum."

"Belki de ağzını yüzünü dağıtırım?" Kendi kendine mırıldanır gibi konuştu.

Bu sefer duraksama sırası bana geçti. Eğer tuhaf eğilimleri ve şiddete düşkünlüğü varsa ruh muh dinlemem arkama bakmadan ayrılırdım buradan.

Benim tedirgin olduğumu görünce herhalde zararsız olduğuma kanaat getirdi. Bakışları yumuşarken "Merak etme, kavga gürültü sevmem. Ama polis konusunda ciddiyim." dedi.

"Ama lütfen bir oturup konuşalım Kasiyer Bey. Gerçekten niyetim rahatsızlık vermek değil." Çalmaya çırpmaya gelmedim de diyecektim ki hayali, pembe aşk çorabını kafama geçirmiş, kalbinin peşinden koştuğumu hatırlayınca sustum.

"Adım Kim Taehyung. Ben hırsız da değilim tacizci de değilim." Az önce bir aylık bursunun yarısını abur cubura gömmüş bir stajyerim.

"Ve donmak üzereyim. Bir yerlerde oturup konuşsak? Beş dakikacık?"

Kasiyer Bey suratıma baktı bir süre. Poşetleri kavrayan çıplak ellerimi artık hissetmiyordum zaten. Arkamdan, aşkı uğruna Kaptan Kanca oldu, diyeceklerdi belki de. Eğer dillere destan olmazsak bilirdim ben ona yapacağımı.

"Adım Jungkook. Ve beş dakikan var."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"...bir trapez gösterisinin ortasında birbirlerini bulmuşlar. İlk görüşte aşk diye buna derler herhalde, ne dedem ne de ninem o akşam uyuyabilmişler. Birbirlerini düşünüp durmuş, o aşk batağına iyice gömülmüşler.

Gel zaman git zaman, etkinliklerde, tiyatrolarda, müzikallerde bir araya gelip hasret gideren ikili evlenmeye karar vermiş. Fakat ortada büyük bir sorun varmış: ninemin annesi!

Öylesine despot öylesine kibirli bir kadınmış ki, ninem dedemin bahsini açar açmaz görüşmelerine yasak getirmiş. Bir valinin kızı, "kenar mahalle tüccarı"nın tekiyle yan yana dahi gelemezmiş!

Montageu ve Capuletlere taş çıkaran büyüklerim bu ayrılık süresinde kaçamak buluşmalar yapmış. O buluşmaların birinde, yine bayağı büyük bir ninemi yapmışlar. Bunu duyan şeytan büyük ninem ise çıldırmış. O gün öyle bir beddua etmiş ki, yüzyıllardır hâlâ devam eder durur etkisi: doğan çocuk, kalbinin yarısını bulana dek gerçek mutluluk nedir bilmesin, ruh eşini kendisine aşık edene kadar laneti kalkmasın, demiş."

Uzun ve tuhaf aile hikâyemizi anlatmayı birirdiğimde Jungkook mayışmış bir ifade ile bana baktı. Avuçlarımın içindeki kahve bardağını okşadım onu izlerken.

Yüzünde bir gülücük açtı önce. Ardından eliyle suratını sıvazladı ve dirseklerini dizlerine yaslayıp bana eğildi.

"Demek gerçekten sensin."

Gözlerimi kırpıştırdım. "Ben-sim?" diye saçmaladım. "Gerçekten, derken?"

Gülüşü genişleyip tavşan dişlerini görebildiğim bir reddeye ulaştığında bardaktaki elimi avcuna aldı ve tanıdık hisle başbaşa bıraktı beni. Ya da ben öyle sandım o an. Zira konuşmaya başladığında az kalsın bayılıyordum:

"Senelerdir ruhumu tamamlayacak kişiyi arıyorum Taehyung. Kim Daehyun ile Jeon Shinye'nin hikâyesini devam ettirenleriz biz."

"Sen–"

"Evet. Doğduğu anda lanetlenen o çocuğun torunlarıyız Taehyung. Birbirimizin ruh eşiyiz."

"Birbirimizi tanımıyoruz. Nasıl işliyor bu eş olayı?" derken beynim donmuştu. Hiçbir şey yoktu aklımda. Fikirlerim boşlukta süzülüp patlıyordu. Öyle ki, laneti kaldıracak asıl şeyin gerçek aşk olduğu bile çıkmıştı aklımdan.

"Aşık olacağız. Yarından itibaren, birbirimizi tanımaya başlayacağız Kim Taehyung. Eğer kaderimizde bu varsa, yolun sonunda mutlaka aşk da vardır."

Evvel Zaman İçinde ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin