İnsan insana sığınmak ister, kendi gibi birilerini görmek ister.
Herkes gibi soğuğu sevmek isterdim fakât ben herkesin aksine soğuğu seven değil de, soğuğa alışmaya mecbur kalan biriydim. Üzerimdeki ince palto, benimle alay edercesine rüzgârla birlikte savruluyordu. Bir kez daha lanet ettim içinde bulunduğum hayata, tek günahım böyle bir dünyaya gözlerimi açmaktı.
Kimsesizliği küçük yaşlarda tatmış, sevgiye inat sevgisizliğin dokunuşlarıyla büyümüştüm. Sahi, dünyada öyle bir kavram var mıydı ki? Başımı ne tarafa çevirsem birileri ölüyor, insanlar sürekli kanlarıyla günah çıkartıyorlardı. Bu korkunç çağ, beni çok öncesinde yutmuştu aslında, şimdi de kusarak acı çekmemi sağlıyordu. Bedeni acıdan hissizleşmiş, ruhu acıdan tarumar olmuş bir vaziyette olsam da, acı sürekli peşimdeydi benim...
Yürümekten şişmiş tabanlarımın sızlamalarını hissediyordum fakât geldiğim yer okyanusun kıyısıydı. Derin mavilik, gecenin karanlığına bürünmüş dehşetli bir mezar gibi duruyordu. Okyanusun ev sahipliği yaptığı cesetlerin kokusu vuruyordu burnuma, bu kokuyu sadece benim gibiler alırdı. Sadece benim gibi ruhu çürümüş, kalbi karanlığa boğulmuş insanlar...
Gözlerimi kapatarak rüzgârın saçlarıma vurmasına izin verdim, öyle sert vurmuyordu. Aksine yumuşak dokunuşları insanı mayıştırır, hatıraları gün yüzüne çıkartır cinstendi fakât anımsayacak kadar güzel hatıralarım yoktu benim. Aklıma gelen tek görüntü, bedenimdeki kabuk bağlamış yara izleriydi. Savrulan saçlarıma uyum sağlayarak bir kaç adım daha attım, işte şimdi okyanusla aramda bir sınır kalmamıştı. İntihar etmenin en güzel zamanı gibi duruyordu, ölmeyi sevecek kadar çok yaşamıştım bu dünyada. Gülümsedim, belki de hayatımda ilk defa sahte bir şekilde değil de tüm içtenliğimle gülümsedim.
Birazdan ölecek birine göre çok mu mutluydum? Mutluluğun ne olduğunu bile bilmiyordum ki ben. Bir çocuğun annesinden tokat yediği hâlde, tekrar anesinin kolları arasında şefkati araması mıydı mutluluk? Paranın verdiği şöhretle gözleri dönerek benliğini unutan biri miydi? Mutluluk kavramı bile beni mutsuzluğa sürüklerken, başımı karanlık okyanusa doğru eğdim. Serin sular dalga dalga vuruyordu kıyıya, korkunç bir görüntüydü, eğer hâlâ altı yaşında olsaydım...
Derin bir nefes alarak düşüncelerime zincir vurmaya çalıştım, düşünmeyi kesebilir miydi insan? Kaç kez denememe rağmen zehir saçan zihnimden bir an olsun bile kaçamadım. Sorun zihnimde değildi, sorun insanlıktaydı. İnsanlık, herkesin doğuşu ve herkesin ölüşü olmuştu. İnsanlar sadece etrafına yıkım getirmeyi bilirlerdi, bir çocuğun gözyaşından bile mutlu olan kişiler tanımıştım. O kişilerin hepsi önce kendi çocukluklarının katili, sonra da çocukların katili olmuşlardı. Ne dehşet verici bir manzaraydı şahit olmak, dilsiz davranmak, kulaklarını sağır bırakmak...
Düşüncelerime zincir vuran sesler bu sefer kendi sesim olmadı, birkaç metre uzağımda duyduğum kalabalık sesleriyle istemsizce o tarafa yöneldi odağım. Mürettebata katılan insanlar sıraya girmiş, isimlerini yazdırarak büyük denizaltından içeriye giriyorlardı. Onların seslerini nasıl yeni duyabildiğimi anlamayarak, adımlarımı o tarafa yönlendirdim. Şansımı deneyecek bir yer bulmuştum, eğer olmazsa sonum zaten yine okyanusta bitmeyecek miydi? Ellerimi cebime koyarak sıraya girdiğimde aklımda sadece o gemiye binmek ve suyun içine gömülmek vardı. Bir savaş gemisi olduğunun farkındaydım, savaş ölüm meydanı değil miydi? Ölümden korkan kimse değildim, bu görüntü bana ürpertici gelmedi. Alışkındım Azrail'in kollarında gezmeye, alışkındım ölümle burun buruna çarpışmaya.
Sıra bana geldiğinde ahşap sandalyede oturan asker, gözlerini yazdığı defterinden ayırmayarak sordu "İsmin?" Kurumuş dudaklarımı güçlükle aralayarak kısık sesimle konuştum "Axel Davies." İsmimi hızla yazarken tekrar sordu sert sesiyle "Görevin?" Buradaki herkesin eğitimli erler olduğunu biliyordum. Hepsi bir görev doğrultusunda buraya gelmişlerdi, ben ise kaçak bir şekilde sığınmaya çalışacaktım. Dedim ya, şansımı deniyordum sadece. "Ben aşçıyım, efendim." Duraksayarak bakışlarını defterinden çekti ve gözleriyle beni incelemeye başladı. İlk başta inanmayacağını biliyordum, üzerimdeki kıyafetlerin verdiği perişan görüntü ortadaydı fakât aşçıların bir üniforması olmazdı. Bu yüzden söylemiştim aşçı olduğumu, eğer şansım varsa ilk aşçı diyen ben olurdum ve içeriye girerdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalpler Toprağa Karışır | GAY
Teen Fiction7 Aralık 1941, Pearl Harbor savaşı. Amiral Matthew Pavlov'un mürettebatı olan denizaltı gemisine sığınan bir kaçak, Axel Davies. +18 ögeler (şiddet unsurları, cinsellik vb. içerecektir)