"Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar," demişti şu meşhur yazar*. "Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir."Okurken hiçbir yere oturtamadığım bu iki cümle benim için çok kısa bir süre önce anlam kazanmıştı.
Aynı onun dediği gibi, şehre bir yabancı gelmiş ve her şeyi tamamen değiştirmişti; hayatımı, hislerimi ve en önemlisi de onlarla başa çıkma yöntemlerimi. Ve bunun farkında bile değildi. Ben bambaşka birisi olurken o sadece olduğu yerde duruyordu.
"Bir sorun mu var?" Sesini duyduğumda düşüncelerimden sıyrılmış, kendime gelmek için kafamı iki yana sallamıştım. "Hayır. Neden sordun?"
"Fazla düşünceli görünüyorsun," dedi yanıma otururken. Aslında hep böyle biriydim. Sadece onunlayken bu tarafımı bastırmaya çalışıyordum çünkü onun basitliğine özenmiştim. "Biraz dikkatli baksaydın bunun normal halim olduğunu fark ederdin."
"Aramız mı bozuk bizim?" Sorduğu soru duraksamama sebep olmuştu. "Aramız mı vardı?"
"Dia... Beni huzursuz ediyorsun." Gözlerimi onunkilere çıkarıp birkaç saniye ona baktıktan sonra gülümseyip ayaklandım. Arkamı dönmeye çalışırken kolumdan tutup beni engellemişti. "N'oldu şimdi?"
"Seni huzursuz ettiğimi söyledin," dedim kolumu kurtarırken. "Sorunu ortadan kaldırıyorum." Yeniden yola koyulurken kendimi zapt etmeye çalışıyordum. Yaptığı her harekete haddinden fazla anlam yüklüyordum ve bu beni çıldırtıyordu. Ama ne yaptıysam, ne denediysem engel olamamıştım. Söylediği her söz kulaklarımda çınlıyor, teninin değdiği her yer günlerce yanıyordu.
Ona bunu söyleyemiyordum. Bazen bir cesaretle ağzımı açsam da sesim çıkmıyordu. O da zaten hiçbir zaman beni fark etmemişti. Değişen bir şey yoktu.
"Dürüstçe sorunu söylemek yerine neden gerginlik yaratıyorsun?" Yetişmeye çalışırken bir yandan da sesleniyordu. "Neden her şeyi ben söylemek zorundayım, aptal!"
Odama çıkıp kapıyı sertçe kapattığımda kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Elimi göğsümün sol tarafına yerleştirip derin bir nefes aldım. Gözyaşlarım çoktan özgürlüğünü ilan etmişti.
Oda arkadaşım ne yapacağını bilemeyen bir ifadeyle öylece bana bakıyordu. Ona iyi olduğumu, sadece zor bir dönemden geçtiğimi açıkladığımda gülümseyip gözlerimi silmem için bir mendil uzattı.
O sırada kapı tıklatılmış ve daha biz bir şey diyemeden içeri dalıvermişti Hanbin. Sorim'in gözlerine bakmasıyla odada yalnız kalmamız bir olmuştu.
Yanıma çöküp elimdeki mendili nazikçe çekti. Yüzümü yavaş hareketlerle temizlerken "Anlat bana," demişti. "Neye darıldın?"
'Bana söz vermiştin,' demek istedim. 'O gün yanıma gelecektin. Neden gelmedin?'
"Dia?"
"Hanbin," dediğimde gözlerimiz buluşmuştu. "Yalnız kalmak istiyorum."
"Hayır, istemiyorsun." Kaşlarımı çattığımda gülümsedi. "Ağlarken yalnız olmaktan nefret ettiğini söylemiştin. Birilerinin gözyaşlarını silmesi güvende hissettiriyormuş."
"Kendi sözlerini de bu kadar net hatırlıyor musun bari?" diye sorarken sesim titremişti. Ona güvenmiştim ama bunu boşa çıkarmıştı. Böyle zamanlarda kendimi değersiz hissediyordum. "Bana dün gece yurda yalnız dönmeyeceğimi söylemiştin, yanımda olacağını..."
Soğuk bir sesle "Yalnız değildin zaten," dediğinde ağlamam daha da şiddetlenmişti.
"Yalnızdım! Üstelik şimşek de çakıyordu. Saatlerce kapıda bekledim seni ama gelmedin!
Aynı kabuslarım gibiydi, Hanbin. Aynı o gün gibiydi. O kadar korkunç, o kadar acı vericiydi. Ve ben tek başımaydım.
Sen geleceksin diye eve bırakmayı teklif eden herkesi geri çevirmiştim. Yine de yol boyunca seni bekledim. Belki yetişememiştir, belki de yolda karşılaşırız diye kendimi avutup durdum. Ama yurda vardığımda seni uyurken buldum."
"Dia ben-"
"Seni seviyorum, Hanbin. Bana her ne yaptıysan, kalbimi ne kadar kırarsan kır sevmeye devam ediyorum seni." Yüzümde gezdirdiği elini tutup kendimden ayırmıştım. Kızarmış gözlerimi onunkilere dikerken burnumu çekip duruyordum. "O yüzden artık bunu yapma. Çünkü senden vazgeçemiyorum."
—
* Tolstoy
ŞİMDİ OKUDUĞUN
one and only [kim hanbin (b.i)]
Fanfiction"Sen özel birisin, Hanbin. Sadece ait olduğun yeri bulmaya ihtiyacın var."