"Sıradaki şarkı, en minnettar olduğum ve en üzgün hissettiğim kişi için. Sesim bir şekilde kulaklarına doluyorsa, duygularımın da kalbine dolmasını dilerim.
İmkansızları imkanlı hale getirdiğin ve her şeye rağmen yanımda durduğun için teşekkür ederim.
Özel biri olduğumu söylemiştin. Evet, öyleyim. Sana sahip olduğum için. Yalnızlığımda boğulacağımı sandığım anda seninle karşılaştığım için.
Sen, daha ilkbahar gelmeden hayat bahçemi güzelleştiren en nadide çiçeksin.
Ve yine sen, kalbimin karanlık odacıklarına doğan gün gibisin."
Hanbin mikrofonun önünden yavaşça çekilirken göz pınarlarımdaki aşağı süzülmeye can atan birkaç damla yaşı sildim.
Büyük ihtimalle iyi günlerimizden de çok kötü günlerimiz olmuştu. Paylaştığımız kahkahalar birbirimizin omzunda akıttığımız gözyaşlarına yenilirdi. Ve umutsuzluklarımız, minik umutlarımızı ezip geçecek kadar çoktu.
Ama birbirimize sahiptik.
Yalnızlık denen o koca çukura düşmemiş, korkularımızdan kaçarken düşüp yaralanmamıştık. Birbirimizin elinden tutmuştuk çünkü. O korktuğunda ben cesurdum, ben korktuğumda ise o.
Mutluluğun kovalanacak bir şey olmadığına beraber kanaat getirmiştik. Mutlu olmak şart değildi. Bunun için canını riske atan insanlar yalnızca yanılanlardı.
Biz hüzünlüyken, üzgünken, hatta pişmanken bile birbirimize tutunmayı öğrenmiştik on yedinci yaşımızda. Değerli biriyle paylaşılan üzüntünün, yalnız başına hissedilen mutluluktan daha özel ve önemli olduğunu görmüştük birbirimizin ellerini ilk kez tutarken.
En önemlisi de, hayata nokta koyulmadığını keşfetmiştik.
Hanbin annesini kaybettiğinde o koca noktanın gölgesiyle sarsılmıştı, bense babaannemi huzurevine uğurlarken her şeyin bittiğini zannetmiştim. Ama hayat bizi bambaşka yerlere getirmiş, benzer acıları yaşayan iki insanı birbirine armağan etmişti.
Birlikte aldığımız ilk ve en önemli ders ise tam da bununla ilgiliydi, hayatın bizlere hediye ettiklerinin kıymetini bilmek.
Birbirimize dünya üzerindeki en değerli şeymişiz gibi davrandık. Yaralarımızı beraber sardık, kabuslarımızı sarılarak atlattık. Üşüdüğümüzde birbirimizi ısıttık.
Ve öğrendik ki, en karanlık gecenin bile aydınlık bir sabahı vardı. O benim gecem oldu, ben ise onun gündüzü.
Karanlığın da aydınlık kadar keyifli olduğunu fark ettik. Tüm dünyanın uyuduğunu zannettiğimiz o anlarda, bizim gibi milyonlarca insanın sessizce duygularını haykırdığı gecelerin çok değerli olduğunu...
Yağmurdan kaçılmayacağını, ıslanıp toprak kokusunu ciğerlerimize doldurmak gerektiğini, lise arkadaşlıklarının anlatıldığı kadar özel olduğunu, yetişkin olmanın o kadar da berbat bir şey olmadığını....
Fark etmeden birbirimizde büyüdük.
Ve fark etmeden birbirimize ait olduk.
Bizim hikayemiz, nefeslerimiz karıştığı an sona erdi.
İlk kez bir öpücüğü paylaştığımızda öldük. Ve her kucaklaşmamızda yeniden doğduk. Bunu yapmaktan korkmadık. Kalbimizin hızlanmasından, duracak gibi olmasından çekinmedik. Çünkü ölmek, yalnızca yeniden doğmak için bir fırsattı bizim sözlüğümüzde.
Hanbin'in bana verdiği ilk söz, beni öldürmekten asla vazgeçemeyeceğiydi.
Çünkü o beni öldürmezse, yeniden doğamazdım.
Gecenin bitişini simgeleyen şarkıya giriş yaptığında eğlenen kalabalığa katıldım. Geçen birkaç yılda edindiğim bir zevk varsa, o da Hanbin'i müzik yaparken izlemekti. Sahnede, evimizin salonunda, ya da gecenin bir vakti sokakta. Hanbin müzikle bir olmak için yaratılmıştı ve işini yaparken bambaşka biri oluyordu.
Daha etkileyici, daha samimi, daha huzurlu ve daha hayat dolu.
Birkaç saniyeliğine gözleri benimkilerle buluştuğunda dilini dışarı çıkarıp göz kırptı, bu kalabalığın çığlıklar atmasına sebep olmuştu.
Ne yaptığını gerçekten çok iyi biliyordu. Kıkırdayarak başımı iki yana salladım ve herkes gibi ben de şarkıya eşlik ettim.
"One and only, fuckin' one and only."
•
"Dünyada yalnız sen ve ben bile olsak senin için özel olmak istiyorum, Dia."
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
one and only [kim hanbin (b.i)]
Fanfic"Sen özel birisin, Hanbin. Sadece ait olduğun yeri bulmaya ihtiyacın var."