"İstersen sana kendimi çok yakından tanıtacağımı söylediğimi hatırlıyorum."
Park Jimin, telefonu kulağından çekip karşısında titreyen çocuğa uzattı. Jeon'un kendisini araştıracağını elbette düşünmüştü. Fakat telefonunu alırken bile korkudan yüzüne bakamayan bu küçük çocuğu peşine takacak kadar basit şeyler yapacağını tahmin etmemişti. Ya hafife alınıyordu ya da Jungkook gerçekten henüz kiminle uğraştığını bilmeyen bir aptaldan farksızdı.
İnsanların üzerinde bıraktığı etkiyi seven biriydi Jimin. Vakti olsaydı eğer karşısındaki ürkek çocukla uğraşmayı isteyebilirdi ama ne yazık ki daha önemli işleri vardı. Bu yüzden omzunu sıkıp göz kırpmakla yetindi.
"Patronuna selamımı ilet sarışın."
Hızla oradan uzaklaşırken, Jisung olduğu yere çivilenmişti sanki. Dokunduğu yer uyuşmuş tüm vücuduna bir elektrik dalgası yayılmıştı. Patronunun şu an sinir krizi geçirdiğini hayal edebiliyordu ve yanına gidip selamını söylerse üstünde deneyeceği korkunç işkenceleri de.
Jimin çoktan arabasına yerleşmiş dikiz aynasından hala olduğu yerde dikilen çocuğa bakıp sırıttı. Çok beklemeden arabasını çalıştırıp günlerdir gitmeyi aksattığı yere sürdü. Onun yanına gideceğine dair söz vermişti ama o aptal polis yüzünden tamamen aklından çıkmıştı işte.
Sonunda istediği yere vardığında arabasını park edip kapıdaki adamlara başıyla selam vermiş, aceleyle içeri girmişti. Burada tanınmasına rağmen yapılması gereken birkaç kimlik kontrolü ve işlemler sonucu demir parmaklıklar arasında kokusundan nefret ettiği odaya girdi. Birkaç dakika sonra solgun yüzü, karışmış saçlarıyla kapıdan giren çocuk ondaki özlem duygusunu tetiklemişti. Bir kez daha onu ziyaret etmeyi ihmal ettiği için kendine sövdü ve çok geçmeden ayaklanıp cılız bedeni kolları arasına aldı. Bu iğrenç yerde durmak zorunda olsa bile üstünden hiç gitmeyen kahve kokusunu çekti içine. Gelmediği günleri affettirmek istercesine sıkıca sarılıp yanaklarını tutarak kafasını biraz geriye çekmişti. Yüzünün her bir zerresini inceleyip iyi olduğundan emin oldu.
"İyiyim Jimin merak etme. Ah pardon sen zaten beni merak etmezsin değil mi?"
Kaşlarını çatıp kendisine trip atmaya hazırlanan çocuğu sandalyeye oturtarak karşısına geçti. Diyecek hiçbir şeyi yoktu, bu yüzden masanın üzerinde duran elleri tutup narince okşamaya başladı.
"Wooyoung... Özür dilerim güzelim. Bir daha gelmem bu kadar uzun sürmeyecek söz veriyorum."
Wooyoung hafiften boyası akmaya başlamış düzensiz saçlarını iyice dağıtırken bıkkınlıkla ofladı. Jimin'in kendisi için uğraştığını biliyordu ama artık daha fazla burada duracak takati kalmamıştı.
"Senin gelmeni değil, buradan çıkmayı istiyorum Jimin. Burası iğrenç."
Ağlamaklı sesi ve dolan gözleriyle karşısındaki kızıla baktı. Yalvarır gibiydi sanki. Jimin burukça gülümseyip elleriyle yüzünü avuçladı. Onu bu lanet yerden çıkarmak için her yolu deniyordu fakat kayda değer bir ilerleme yoktu.
Birazdan gitmesi gerekecekti ki gözlerini kaçıran küçük, kendisine bir şey demeye çekinir gibi duruyordu.
"Wooyoung bir şey mi oldu?"
Kafasını iki yana sallayıp dudaklarını ısırdı. Bunu ona nasıl söyleyecekti bilmiyordu ama bir yerden başlaması gerekti. Yoksa elbette duyardı başkasından.
"Aslında bugün beni ziyarete gelen tek kişi sen değilsin."
Jimin, Wooyoung'u kimseye anlatmamıştı. Kimse hayatındaki yerini bilmiyordu. Bu yüzden tedirgin olmuştu. Çünkü onun Jimin'den başka kimsesi yoktu. Tek kaşını kaldırıp stres altındayken yaptığı gibi parmaklarını masaya vururken sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bullets İn The Brain [Vminkook]
Fanfiction"Ne yapıyorsun Taehyung?" Genç adam boynunda soluklanırken boğuk sesiyle konuştu. "Jeon'un kokusunu bir de senin teninden koklamak istedim." Dedikleri birkaç saniye afallamasını sağlasada hemen eski haline dönüp kendisine sarılan çocuğun kafasını...