GİRİŞ: Geçmişin Kalbi

79 7 18
                                    

Merhaba! Ben Dilay. Uzun süredir üzerinde çalıştığım hikayemi sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşıyorum! Umarım siz de bu hikayeyi benim sevdiğim kadar seversiniz... Giriş bölümü başlığından da anlaşılacağı üzere geçmişdeki en önemli olayı, yani "Geçmişin Kalbini" anlatıyor. Bu yüzden bu bölümü bunu bilerek okuyun istedim. Düşüncelerinizi yazmayı ve oy vermeyi unutmayın. Ayrıca bana ulaşmak istiyorsanız instagram  hesabım @yorumcukizinkitaplari
Keyifli okumalar diliyorum.




GEÇMİŞ- 4 SENE ÖNCE

Sırtımda taşıdığım oklarımdan  bir tanesini çıkardım ve yayımın kabzasına geçirdim. Avım fazla kıpırdadığı için ıskalamamak adına bir süre beklemem gerekmişti. Temkinli adımlarla saklandığım ağaç gövdesinin ardından başımı hafifçe çıkardım ve ileri doğru adım atıp bekledim.

Bugün hava diğer günlere göre  daha güzeldi. Tepedeki güneş, karları yavaş yavaş eritip birer su birikintisine dönüştürüyor, kuşlarda bunu kutlarmış gibi birbirlerine şarkı söylüyorlardı.

Alnımdaki ter damlalarını elimin tersiyle sildim ve ardından kolumdaki eskimiş saate baktım. Kulplarındaki deriler hafiften soyulmaya başlamıştı bu yüzden bileklerime siyah deri parçacıkları yapışıyordu.

Saat 3'ü gösteriyordu. Yaklaşık 4 saat saattir avlanıyordum. Bu işi bir an önce halledip,  yatağa girip kendimi tüm dünyadan soyutlamak istiyordum.  Belki öncesinde bir şeyler yemek de iyi giderdi. Umarım Apollo dolaptaki son incir reçeli kavanozununu da bitirmemiştir diye geçirdim içimden. Yoksa evde kavga çıkacaktı.

Düşüncelerimi kenara bırakıp bir kaç adım atarak avıma biraz daha yaklaştım. Hayvan, az sonra başına gelecek şeylerden habersizce otlanıyordu. Yayı, okun fırlamasına karşı emniyet olarak aşağı doğru tuttuktan sonra teli  gerdirip hedefe nişan aldım. Nefesimi tuttum, nabzımın yavaşladığını hissedene kadar bir kaç saniye bekledim. Ardından elimi çekmememle ok tok bir sesle saplandı.

İpe gerdiğim bir kaç sincap ölüsünü yerden alıp sırtıma atarken, yayılan kötü kokuyu duymamla ağzıma acı bir  safra tadı geldi. Üstüm başım kan olmuştu ve ölü balık gibi kokuyordum.

Zaferle gülümseyerek avımın yanına çömeldim.
Kan,yerde ufak bir göl oluşturmuştu. Birikinti gittikçe büyümeye başlıyordu. Büyüyor, büyüyor ve büyüyordu. Omzumdaki ufak çantanın içinden avımı bağlamak için ipimi çıkardığım sırada derinlerden gelen ve giderek bana doğru yaklaşan ayak sesini fark etmemle hızla silahıma sarılarak ayağa kalktım.

Dallardaki kuşlar ses yüzünden korkuyla gökyüzüne kanat açtı. Hayvanlar huzursuzca kaçışıyordu.
Buraya genellikle kimse gelmezdi. Başıboş,tekinsiz tipler dışında. Onlar da ya içki içip aylak aylak etrafta  dolaşırlardı ya da  bir köşede sızıp kalırlardı.

Sesler gittikçe yükselmeye başladığında silahımı daha da sıkıca kavradım. Tanrı aşkına bu da kimdi? Aklıma gelen düşünceyle irkildim.

Gelen  gece kaplanlarından biri olabilir miydi? Kaç kişiydiler, silahları var mıydı? Ne saçmalıyordum! Elbette vardı, tabii eğer bir gece kaplanıysa. Panik dalgası tüm bedenimi ele geçirdi. Bir süredir Gece kaplanlarının kasabamızda dolaştığı duyumlarını almıştım. Canımı kurtarmak için saklanacak bir yer aramalıydım. Şu ilerideki büyük ağacın gövdesi  bunun için uygun gözüküyordu. Koşarak ağacın arkasına saklandım ve sırtımı gövdesine vererek sessizce bekledim.

Plan yapmalıydım. Eğer bana yaklaşırsa ilk hamleyi yapan ben olmalıydım. Avantajlı konumda olmak için, zihnimin derinliklerinde  bir yolculuğa çıkarak,savaş ve dövüş taktikleri kitabından okuduğum bir kaç bölümü hatırlamaya çalıştım. Tüm teknikler bir bir gözümün önünden geçiyordu. Hangi taktiği uygulamalıydım? Hedefimin yapabileceği tüm hamleleri, ona verebileceğim karşı hamlelerin hepsini düşündüm ve tarttım. Aklımda belli belirsiz bir plan belirmişti ancak ne kadar iyiydi o tartışılırdı.

Karanlık Şehrin AvcılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin