Bölüm 3

95 19 63
                                    

"Suna."

"Suna!!"

     Bir ses adını tekrarlayıp dururken Suna kafasını sırasına koymuş camdan baktığı dışarıdaki dünyaya dalmıştı.

     Çok geçmeden adını seslenen sesin öğretmeni olduğunu anladı.

     Hızla kafasını kaldırdı.

"E-fendim hocam."

      Gerilmişti.

"Bu haftanın şiiri sende."

"T-amam."

      Tabi ya. Edebiyat hocaları her hafta birine şiir ödevi verirdi. Şiiri öğrenciler kendisi yazmak zorundaydı. Şimdi Suna'nın hiç işi yokmuş gibi bir de bu çıkmıştı. O kadar sorun değildi aslında çünkü Suna edebiyatı severdi. Eğer başka bir zamanda olsaydı gerçekten güzel bir şeyler yazabilirdi.

     Suna çok meşgul bir haftaya girmişti. Cadılar Bayramı'na az kalmıştı. Bu kasaba, bu konuda gerçekten çok katıydı. En önemli zaman buydu sanki onlar için.

      Gerçi kara büyüler ve lanetlerle iç içe yaşayan insanlara bu konuda abartı davrandıklarını söylemek ne kadar doğruydu tartışılırdı.

     Her ne olursa olsun büyük ihtimalle Suna bu haftayı uyumadan koruma büyüleri ve diğer ıvır zıvırlarla uğraşarak geçirmek zorundaydı. Başka türlü bir zaman kaybı yaşarsa çok daha zor duruma düşecekti.

...

     Öğle arası geldiğinde Suna, eline defteriyle kalemini alıp okulun bahçesine çıktı. Yemek için yanında bir şey getirmemişti. Hiçbir zaman getirmezdi. Zaten neredeyse az olan zamanını yemek hazırlamakla harcayamazdı.

      Okul bahçesinin belirli sınırları yoktu. Ormanın kenarındaydı zaten okulda. Arka bahçe de bütün öğrencilere yetebilecek bir çimenliğin ardından başlayan ormandan oluşuyordu. Suna her zaman ormanın girişindeki yerde, sırtını reçinesi akmamış olan bir çam ağacına yaslardı.

    Gerçi reçine ve odun kokusunun karışımını severdi. Ortamdan diğer ferahlatıcı kokuları çıkarabilseydik bu karşımın kokusu güneş gibi kokardı.

     Bu koku Suna'ya iyi geliyor, onu rahatlatıyordu.

     Yine ağaca yaslanmış cadıcılık ıvır zıvırlarıyla uğraşırken -defterine büyü formülleri karalıyordu- okulun ünlü ve sevilen çocuğu, aynı zamanda tek ve en iyi arkadaşı, Miya Atsumu yanına gelmişti.

     Aptal aptal sırıtarak yanına gelmiş, dizlerinin yanına bağdaş kurup oturmuştu.

"Suna." dedi Atsumu.

Suna, Atsumu'yu elinden geldiğince görmezden gelicekti. Böylesi her zaman eğlenceli olmuştu.

"Suna. Suna. Suna. Suna. Suna. Suna. Suna. Suna. Suna. Suna. Suna..."

"Pes etmen yok mu senin? Kaç kere Suna dedin tam olarak?"

"Böyle yapmadığım sürece bakmıyorsun ki aptal."

"O da doğru. Ee, ne istiyorsun?"

Suna, Miyaların evinde yaşadığı zamanlardan beri Atsumu'yla böyle anlaşmıştırlar. Birbirlerine her türlü pisliği yapabilirler ve her türlü uğraşıp dalga geçebilirlerdi ama her zaman da birbirlerini kollar, korurlar, destek olurdular.

Genel olarak Atsumu, Suna'yı kendisine zorbalık yapan pisliklerden korur, Suna da bir şekilde sürekli saçma büyülere ya da lanetlere takılan Atsumu'yu kurtarırdı. Atsumu gerçekten belaya bulaşmakta bir numaraydı. Böyle kara büyüler çok ilgisini çekerdi ve sürekli ortalarına atlardı. Eğer hala konuşup yürüyebilecek durumdaysa Suna'nın evine ağlayarak koşardı. Bunu yapamıycağı durumlarda ise kasabanın küçük çocuklarına takılan tılsım Atsumu'da da vardı. Yani Suna o aptalın başını derde soktuğunu anlayabiliyordu.

Blood&YouHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin