- "Sizce ona güvenmekle akılsızlık mı ettik?"
- "Başka bir şansımız vardı sanki."
- "O zaman giriyor muyuz?"
Akekage'nin gösterdiği mağaranın başına gelmiştik. Fakat içeri girmek konusunda tereddüt ediyorduk. XBorg elinden ateş çıkardı ve ilerledi.
- "Daha ne kadar beklemeyi düşünüyorsunuz?"
Onun peşinden hepimiz mağaraya girdik. 6 kişi başımıza bir iş gelmezdi değil mi? Daha 20 dakika olmadan bir ses işittik.
- "Siz de duydunuz mu?"
- "Duymasak durmazdık Ling."
Sesin geldiği tarafı göstererek konuştum.
- "Ses şu taraftan geliyor."
Yavaşça sesin olduğu yere doğru ilerledik. Az sonra gözümüze bir siluet gözüktü. Sonradan onun Hanzo olduğunu kavrayabilmiştik.
- "Hanzo??!"
Yere oturmuş, sırtını duvara yaslamıştı. Elindeki taşı atıp tutuyordu. Biraz hırpalanmış görüküyordu. Biriyle falan mı dövüşmüştü?
- "Şükürler olsun seni bulduk!" dedi Ruby. Hanzo hiç bize aldırmadı.
- "H-hanzo?" bu sefer benim seslenmem ile kafasını kaldırdı ve taşı yanımda duran yarasaya attı. Yarasa telaşla uçuşurken hafif bir çığlık kopardım.
- "Merak etme, seni yemezler." dedi tek eli hala karnında ayağı kalkarken. Bu sefer araya girmeyi Ling tercih etti.
- "Hanzo iyi misin? Bir şey mi oldu."
- "Gayet iyiyim görmüyor musun?" bunu derken karnındaki elini iyice sıktı. Hepimiz bir şeyin normal olmadığının farkındaydı.
- "Hanzo iyi olmadığın bayağı açık. Ne oldu?" dedi Hanabi. Bu soruya gülerek yanıt verdi.
- "Diyosun? Burası sizce de çok sıcak olmadı mı?" bunu dedikten sonra hafif yıpranmış maskesini çıkarıp yere fırlattı. İşte o zaman, o maskesini çıkardığı anda fark ettim. Beyaz gözleri, normal bir insan gibi maviye dönmüştü. Yüzü ise normal bir insan gibi duruyordu. Buna ilk ben tepki verdim.
- "Hanzo... yüzün..."
- "Ha? Ne olmuş yüzüme? Eskisinden daha mı beter olmuş? " eliyle yüzünü yoklamaya başladı. fakat diğer eli hala karnındaydı.
- "Hanzo, yüzün normale dönmüş." dedi Hanabi. O da şaşırmıştı.
- "Eh. Biliyor musunuz? Bir süre sonra adımı sürekli söylemeniz sinir bozuyor. Hanzo, Hanzo, Hanzo..."
- "Peki nasıl düzeldi?" diye sordu Hanabi. Bu soruya ilk sessiz kalmayı tercih etti. Sonra karnındaki elini bize gösterirken yanıt verdi.
- "Soykırım..."
İşte elindeki kanı gördüğümüz zaman karnının kanadığını anladık.
- "Ne zaman oldu bu??!" dedi Ling.
- "Çok olmadı. 6 gün sürdü beni bulmaları. Daha hızlı olur sanmıştım."
Mantıklı düşünen aramızda sadece XBorg'tu.
- "Soykırım derken ne demek istiyorsun?"
- "Beni bulmanız için Akekage'ye sormuş olmanız lazımdı değil mi? O size söylemedi mi? İblislerin soykırımı. İyi ki Akekage'yi orada bırakmıştım."
- "Doğru düzgün anlatır mısın? " Hanzo iç çekti ve oturdu. Biz de oturduk.
- "Daha iyi bir fikir yok galiba. İblislerin soykırımı başladı. Teker teker iblisleri avlamaya çalışıyorlar. Ve ben de hedefleriydim. Fakat Akekage'yi ormanda bıraktığım için saldırıları bir işe yaramamıştı. Ancak diğer iblisler için emin değildim. Ne de olsa bütün Çukuru yok etmişlerdi."
Çukur? Orası da neresiydi? Bunu sorgulamak yerine onu dinlemeyi tercih ettim.
- "Aslında hayır. Yok ettiklerini sanmıştım. Ancak şimdi hissediyorum ki Kıyamet Kraliçesi yaşıyor."
Daha fazla dayanamadım.
- "Kıyamet Kraliçesi de kim?"
Hepsi birbirine bakmaya başladı.
- "Yeter artık söyler misiniz??!!"
İlk söze XBorg başladı.
- "Hani, hatırlıyorsun ya... Bize Alice'in kim olduğunu sormuştun."
- "Evet?"
- "Kıyamet Kraliçesi, Alice'in lakabı."
Ne yani? Bahsettikleri Kıyamet Kraliçesi'ni niye anılarımda görüyordum? Ayrıca o bir iblis miymiş? Peki benim bir iblisle işim neydi? Ben Aydınlığın Prensi değil miydim?
- "P-peki ben neden o kadını anılarımda görüyorum?"
- "Çünkü..."
Yine bir sessizlik olmuştu. Cevap vermek istemedikleri belliydi. Biraz daha onları zorlayacaktım fakat başıma giren ağrı ile ellerim başıma gitti. Gözlerim de kararmaya başlıyordu. Sonrasında ise bilincim kapandı.
--------------------------
Ağlayan ablamın yüzünü görüyordum. Bana mutlulukla bakarken ağlıyordu. Fakat her zamanki elbisesinde değildi. Üzerinde savaş kıyafetleri vardı. Ben bir uçurumdan sarkarken o benim elimi sımsıkıca tutuyordu.
-"Benimle gel kardeşim..."
Onunla mı gitmeliydim yoksa kalmalı mıydım? Yıllardır görmediğim kardeşime mi gitmeliydim yoksa Alice'in yanında mı kalmalıydım? Aydınlığa mı gitmeliydim yoksa karanlıkta mı kalmalıydım? Hayır.
Asıl sorulması gereken soru bu değildi. Bunların hepsi ilk andan görünen açıydı. Doğru soru şu olmalıydı; Aydınlıkta yaşayan, ailesi ve arkadaşları olan, hayatı güller gibi yaşamış prenses ablamla mı gitmeliydim yoksa gölgelerde yaşamaya mahkum, tek ailesi ben olan, hayatta kalmak için her saniye savaşan annemle mi kalmalıydım?
Soru böyle sorulunca her şey değişiyordu değil mi? Elbette ablamın elini bırakacaktım. Bırakmak zorundaydım... Çünkü arkada bırakacağım yara çok büyük olacaktı.
Ve... bıraktım...
------------------------------------------------------
Bir günde iki bölüm owo
Neyse çok konuşmayım jskjashdfklsh bb
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çukur'un Dirilişi
FanfictionBurası hangi cehennemdi? Buraya nasıl gelmiştim? Ya da daha önemlisi ben kimdim?