Prokofiev : Romeo and Juliet, Op.64 / Act 1 - Dance Of The Knights
İyi okumalar!
--
Rangprley, 1794
Gün, yavaş yavaş aymaya başlamış, güneş, dağın ardından usul usul kendini belli ederek gökyüzüne tırmanırken, alacakaranlık gece parça parça dağılarak yerini berrak bir maviliğe bırakmaya başlamıştı. Sarı – turuncu ışıkların uçsuz bucaksızmış gibi görünen temiz ve düzenli bahçesine de yansıdığını görünce elindeki fincanı bırakarak iç çekti. Göz alıcı deseniyle uzaktan bile belli olan penceresinden, yaklaşık bir saattir derin düşünceler içinde dışarıyı izliyor, dalgınca, uyku tutmadığı için sakinleştirici çayından yudumluyordu. Ona kalsa çoktan şişe şişe kaliteli içkilerini midesine yuvarlamıştı lakin biri vardı ki, tüm hareketlerine sınırlandırma getiriyor, sırf onun için hiç âdeti olmayacak şeyleri bile deniyordu.
Yanında değildi, ancak olsaydı bunu yapmasını isteyeceğine adı kadar emindi.
Zarif desenlerle işlenmiş fincanını gümüş şamdanlıklarının yanına bırakarak yanmaya başlayan gözlerini ovuşturdu parmaklarıyla. Gece boyu bir gram uyku girmemişti gözüne, saatlerce sağa sola dönerek uyumayı denemiş, bu esnada başucunda duran mumu bile bitmiş, ancak uyuyamayınca sinirleri feci bozulmuş hâlde kalkarak zemin kattaki mutfağına ilerlemişti. Gecenin bu vaktinde hizmetkârlarını ayağa dikmek direkt kendisini rahatsız hissettireceği için kendi işini kendi görmüş, aklında kalan yarım yamalak tarif ile sakinleştirici bitki çayı yapmıştı, en azından denemişti. Pek faydasını görememişti lakin, gün çoktan aymış, o pencerede beklerken bunun farkına daha yeni varmıştı.
Şimdi uyuyamazdı, birkaç saat sonra önemli misafirleri gelecekti.
Derin bir nefesle birlikte geniş konağında tekrar yatak odasına çıktı. Bugün, o da gelecekti. Yatağa kendini yavaşça bıraktığında ve gözlerini kapadığında direkt canlanıyordu parlak, güzel yüzü. Kusursuz, tanrının en güzel eseriymişçesine şekillenmiş bedeni ne zaman aklına düşse göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. Kar gibi beyaz tenine simsiyah saçları gece gibi düşüyordu alnına, bazen, onları geriye savurduğunda nefesinin teklediğini hissederdi.
Kıvrıldığı yatağında farkında olmadan sarıldı ipek kumaşlı yastığına. Burnu yumuşak kumaşa yavaşça sürterken, ciğerleri onun sakinleştirici kokusunu aradı ancak burnuna dolan tek koku kendi sabunuydu ve bu onun için can sıkıcı bir durumdu. Aklında sürekli o varken ve zihni her dakika, fakat her dakika onunla meşgulken kokusundan yoksun olmayı kendine yediremiyordu. Sıcak tenine dokunmayı çoktan geçmişti artık, o bu birkaç senede hayal olmuştu onun için. Artan sorumlulukları ve iş üzerine iş derken tüm geçmişinden bağı kopmuş gibiydi. Eh, kendisi de biliyordu ya, biraz da işine gelmişti bu durum. En azından, ilk vakitler düşündüğü buydu. Aklını bulandıracak deli saçması düşünceler her gece yatağında yalnızken kendisini buluyor, bazen sabaha kadar gitmek bilmiyordu. O kadar dalıyor ve o kadar içinde kayboluyordu ki sabahı ettiğinin bile farkına varamıyordu.
Heyecanla bir nefesi daha doldurdu göğsüne. Uykusuzluğunun bir sebebi de, nihayetinde buydu. Babası bu dünyadan göçüp gittiğinde tüm sorumluluklar üzüntüden çökmüş omuzlarına yüklenivermişti, lakin hayat zalim ve acımasızdı. Hayatındaki en değerli varlığın vefatına üzülemeden çoktan çevresindeki kontlar, dükler, fırsat kollarcasına akbaba gibi üzerine çullanmaya hazır vaziyette bekliyordu ve her ne kadar yorgun olsa da bu fırsatı onlara tattırmaya niyetli değildi.
![](https://img.wattpad.com/cover/258140660-288-k834756.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Stars, Hide Your Fires!
Fanfictionvmin | friends to lovers, romance, historical, lord jimin, duke taehyung, mature content | 10.1k