15.09.1850
Dedektif Oh Sehun
Siene Nehri, Paris'te sıradan bir kilise"Ruhum fazlasıyla yalnız kalmışken sevdim ve kaybettim."
"Gir."
Kapının ardından duyduğu kalın sesle bedenini tedirgin şekilde açtığı kapıdan içeri soktu. İtiraf etmesi gerekirse epey korkuyordu. Bu dava hiç beklemediği bir şekilde onun da hayatından bir parçayı yerle bir etmişti. Henüz yeni yirmili yaşlarına girmişken başı her sıkıştığında gittiği, kimsesi olmadığında dahi aklına gelen o kişiden kaçıp bir başkasına sığınıyor olmak onu içten içe derin bir hüzüne boğuyordu.
"Ne için gelmiştin?"
Bakışlarını ayak uçlarına indirdi. Niçin mi gelmişti? Bildiklerini mi yoksa endişelerini anlatmaya mı? Karşısındakinin siyah irislerine dikti gözlerini. İşi her şeyi olan bu adam da belki etkilenecekti olanlardan. Belki o da aynı acıları bir kez daha yaşayacaktı, kim bilir diye düşündü. Sıradan bir dava değildi. O bunu zaten biliyor olmalıydı. Tekrardan tereddüde düşmüştü. Anlatmalı mıydı?
Gözlerini kapadı ve benliğini kazanmasına yardım eden Bay Oh'u düşündü. Ona değer veriyordu hem de hiç olmadığı, kimseye duymadığı kadar çok değer veriyordu fakat aklına gelen sözler ve gülümsemeyle öfkenin yer edindiği bedeniyle beraber yumruğunu sıktı. Zaman kazanması gerekiyordu aklına düşen kişiyi bulmak için. Belki onu asla affetmeyecekti Bay Oh ama kararını vermişti artık. Anlatacaktı.
Yutkundu ve sessizce "Bay Oh olayın yaşandığı gün Balet Kim Kai ile birlikteydi, Bay Park." dedi.
❦
Pencereden süzülen güneş ışığıyla operanın kırmızı perdesinde benim gölgemin hemen yanında dizleri üzerine çökmüş elleriyle yüzünü kapatmış bir şekilde cansız bedenin önünde ağlayan bir siluet vardı.
Başımı çevirdim hızla. Yanımda kimse yoktu ama geri perdeye baktığımda orada hemen yanımda oturan bir beden varmış gibi gözüküyordu. Gözlerimin bana bir oyunu diye düşündüm. Evet, öyle olmalıydı. Önümde bana kalbimin varlığını hissettiren adamın cansız bedeni kanlar içinde yatıyordu. Gördüğüm bir yanılsamaydı... Mantıklı düşünemiyor, duygularımın esiri oluyordum.
Opera salonunun kapısı hafifçe aralandığında arkamı dönüp göz yaşlarımı temizlemeye çalıştım. Eğer ölen baletle aramda geçenler fark edilirse dava elimden alınırdı. Çünkü insan böyle zamanlarda - zarar gören bir sevdiği olduğunda - mantıklı düşünemezdi görevini yerine getirmeye çalışan.
"Bay Oh..."
Violetta'nın ağlamaklı sesi kulağıma doluştuğunda gözyaşlarımı silmek yerine daha sesli ağladım. Jongin Violetta'yı öz kızıymışçasına sevdiğini söylemişti bir keresinde. O değerliydi, onun için değerli olan ne varsa şimdi aciz hayatımda ayrıcalıklıydı.
Zorlukla titreyen sesimi kontrol etmeye çalışarak "Benden bunca zaman sakladığı şey bu muydu?" dedim.
Arkamı dönüp Violetta'nın gözlerine baktığımda sahneye doğru adımlamayı bırakmıştı. Gözleri Jongin'in incinmiş bedenindeyken konuşmaya her yeltendiğinde gözleri doluyordu. En sonunda küçük yumruğunu sıkıp gözlerini yere, pabuçlarına, dikti ve zor da olsa konuştu.
"Gösteri için size sürpriz yapmak istemişti. B-böyle olacağını bilmiyordum. Eğer etrafındaki kötülüğü sezmiş olsaydım sizden onun dansçı olduğunu saklamazdım." Yumruk yaptığı elleriyle gözlerini ovuşturdu. Nefes alırken bile tıkanıyordu. Sabahın erken saatlerinden bu yana ne çok gözyaşı dökmüştür küçük bedeni. "Bilmenizi isterim ki bayım, size asla yalan söylemedi. O kimseye yalan söylemezdi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÓPERA
FanfictionBaletin ruhunun köşesinde yaktığı kibrit dedektifin kalbinde kayıtsızca bir iz bırakmıştı.