4|Eksik parçanın sırrı

194 18 27
                                    

16.09.1850
Dedektif Oh Sehun
Baletin otel odası, Dedektif Kim Jongdae'nin evi

"Sen yine bir parça benimdin, ben bütün ruhumla senindim."

(Baletin cinayetinden önce)

"Bayan Evelyn, bu mektupların arasında Strazburg'taki bürodan gelmesi gerekenler yok."

Elimdeki dosyalarda bir kez daha göz gezdirdim fakat olmasını istediğim, bana lazım olan dosya yoktu. İlgilendiğim cinayet davası için birkaç izin gerekiyordu, haliyle yüksek makamdan gelen bu dosya benim için oldukça önemliydi. Kendimi kaptırdığım, tüm dikkatimi verdiğim bir işin bölünmesinden son derece rahatsızlık duyuyordum.

Dosyalara bir kez daha göz atarken Jongdae "Bayan Evelyn bugün izinli bayım. İsterseniz sizin için postaneye gidebilirim." dedi.

Masamın hemen önünde olan koltuklardan birinde ona vermiş olduğum elindeki davaları inceleyen yardımcımın konuşmasıyla dosyaları bir kenara bırakıp yüzümü ona çevirdim.

"İncelemelerime geri dönmeden önce o dosyaya ihtiyacım var. Anlaşılan o ki Bay Park'ın önüne yığdığı dava incelemeleri epey fazla. Bu yüzden ben dönene kadar işlerini hallet ve masamdaki evrakları benim adıma imzala, lütfen." dedim. Henüz benim kadar hızlı değildi. Gözden kaçan detayların olmaması için o dosyaları inceler incelemez elinden alıp bir de ben bakacaktım. Chanyeol ile ters düşüp, onun Jongdae'yi azarladığını görmek istemiyordum.

Söylediklerimin ardından kafasını sallayarak elindeki kağıtları masama bırakıp evraklarla ilgilenmeye başladı. Yanımda çalıştığı süre boyunca oldukça azimli ve kararlı bir kişiliği olduğunu görmüştüm. Kişiliğini oluşturmasında büronun ve yanımda yer aldığı davaların etkisi büyüktü. Bu şekilde devam ederse ileride iyi bir dedektif olacağı öngörülürdü. Ona kattıklarımla şimdiden çok başarılıydı. Jongdae'ye baktığımda kendi gençliğimi, çaylaklığımı görüyordum. Neyse ki Jongdae benden daha şanslıydı, hepimiz üzerine titriyorduk. Bu büro açıldığında bize kimse yol göstermemişti. Zamanında kaldırılmış, dolandırılmış, oyuna getirilmiştik fakat şimdi onda gördüğüm bu hırs ve kararlılık sayesinde işimizde oldukça başarılıydık.

Aceleyle paltomu giyip şapkamı taktım. Bir an önce bürodaki işlerimi halletmek istiyordum. Bu yüzden hızlı olmalıydım. Bürodaki öteki çalışanlardan bunu rica edebilirdim fakat gün içindeki ufak aksaklıklarda bile kimsenin yardımına ihtiyaç duymak istemiyordum.

Bürodan çıkar çıkmaz boylu boyunca yeri sarının her bir tonuna boyayan yapraklara baktım, yorgun bir ressamın ellerinden çıkmış gibi gözüküyorlardı; saçlarımı okşayan soğuk rüzgar eşliğinde şapkamı tutarak postaneye doğru yürüyordum.

Yoluma serilen yaprakları izlerken zamanın beni bir şekilde sürüklediğini fark ettim. Günler geçtikçe yabancısı olduğum bu şehre alıştığımı hissediyordum belki de sadece alışmaya zorluyorum kendimi, kim bilir. Günlerin geçmesiyle buraya ne kadar alışıyor olsam da insanlardan bir o kadar uzaklaşmış bulunuyordum, bu yalnızlaşma tamamen istemim dışında gerçekleşen kaba bir eylemdi.

Bir şeyleri gün ışığına çıkardıkça karanlığa çekiliyordum her seferinde; tek değildim, yalnız olmadığımı bilmek bu kez rahatlatmıyordu içimi. O günden sonra hepimiz kendi karanlığında yaşar olmuştuk, bu beni içten içe kahrediyordu ama bir süre sonra insan dayanamayacağını düşündüğü her şeye alışıyordu veya dediğim gibi kendini alışmaya zorluyordu.

ÓPERAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin