Üç sonbahar geçti üstünden
Ne sen döndün bana geri
Ne de ben bekledim eskisi gibi.-------
Kıyamıyordum. Küçücük bir kedi yavrusunu severken bile dokunmaya kıyamıyordum. Ya incitirsem diyordum ve çekiniyordum dokunmaya. Kıyamıyordum sevdiğim kimseye. En çokta ona kıyamıyordum.
Şayet kıyabilsem elinde tutmuş olduğu kırmızı bir karanfille o günün sonrasında kapıma dikildiğinde hiçbir şey olmamış gibi gardımı indirip boynuna sarılmazdım gözyaşlarım eşliğinde.
Sarılırken arkasında görmüş olduğum kahverengi büyük bavulla yutkunamadım ve gözyaşlarıma yenileri eklendi dur durak bilmeden akıyordu yaşlar gözlerimden.
Şimdi o da ağlıyordu bana sıkıca sarılıp. Ağlamaktan hırıltılı çıkan sesimle "Bu kadar çabuk mu gidiyorsun?" deyiverdim güçlükle.
Elleri saçlarımı okşarken "Özür dilerim dün seni öylece bırakmamalıydım." dedi gözyaşları arasından.
Bunun artık bir önemi yok sadece kal yanımda. Sıkıca sarılalım birbirimize ve ellerimiz asla ayrılmasın. Kopmayalım birbirimizden diyemedim. Biliyordum hiçbir şeyi değiştirmezdi bu cümlelerim. Kafasına koyduğunu yapardı Jeon Jeongguk. Hırslıydı ve hırsı uğruna bir gün bile ayrı kalsak çok özlediğini söyleyerek asla ayrılmayacağımızı kulağıma fısıldayan beni dahi arkasında bırakıp giderdi.
Elleri ile gözyaşlarımı sildi ve asla duymak istemediğim o sözler çıktı dudaklarından ve daha çok kahroldum. "Trenim bugün 18.00 da kalkacak ve saat 17.10 olmuş."
Neden bu kadar hızlıydı bu gidişi. Yolunda olmayan bir şeyler mi vardı? Daha fazla susamazdım. "Neler oluyor Jeon? Neden bu kadar hızlı gelişiyor her şey? Nasıl iletişimde olacağız? Mektup. Evet mektup! Bana sık sık mektup göndermelisin gittiğin yerden. Yoksa seni bir daha asla öpmem."
Tehditime karşı tebessüm edip "Göndermeye çalışırım. Askeriye'de çalışmaya başlayacağım Taehyung ve bununla ilgili daha fazla soru sorma lütfen." dedi en azından bu sorularıma kısa da olsa bir cevap vererek fakat askeriye demesiyle yüzüm daha çok düşmüştü. Bu olanların şaka olmasını istiyordum.
Askeriye de çalışan kişilerin aylık izini geçtim yıllık izinleri dahi çok zor oluyordu hem de Kore böyle bir haldeyken Askeriyede çalışmaya gidiyor olması kalbimi daha çok sıkıştırdı.
Yavaş adımlarla tren istasyonununa doğru yürüyorduk ve her adımımda kalbim çıkacak gibi oluyor. Nefeslerim sekteye uğrayarak boğazımda takılı kalıyordu. Yirmi üç yaşında koca adamdım ama küçük bir çocuk oluyordum sevdiğim adam yanımdayken kucağına kıvrılıp saatlerce ağlamak istiyordum bu amansız ayrılığa.
Ellerimiz bir dakika bile ayrılmadan tren istasyonuna geldiğimizde zar zor tuttuğum göz yaşlarım süzülüyordu teker teker yanaklarıma.
Uzun merdivenlerden aşağıya inip çıkan ve gürültünün hakim olduğu bir yan da satıcılar kitap, kalem, gazete satarken diğer yan da bavulları ile 18.00 Ekspresi olduğunu tahmin ettiğim uzun kırmızı yolcu trenine doğru yürüyordu insanlar. Trenin kalkmasına henüz otuz dakikadan fazla vardı ve ona rağmen etrafta tuhaf bir telaş hakimdi.
Jeongguk'un eline daha sıkı sarılırken hiç bırakmasın istedim beni bu kalabalık içinde.
"Bırakma beni burada." dedim son kez şansımı deneyerek fakat değiştirmemişti bu hiçbir şeyi gidecekti bensiz. "Bunu konuşmuştuk Taehyung. Sadece bekle sevgilim. Geleceğim sana. Bir ayağım çukurda olsa yine geleceğim." dedi bavulunu yere koyup alnıma bir öpücük kondururken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Treunion - Kooktae ✔
FanfictionKimseyi ugurlamadım. Bir tek sevdiğim adam gitti, bir daha gelmedi. Şayet bilseydim bu gidişinin bir daha dönüşü olmayacağını bırakmazdım hiç. Aklıma sadece ona veda edişim geliyor... » Taekook four shot! » Smut, angst değil! © Tüm hakları Bir Saa...