Artık ne kadar zamandır koştuğumu bilmiyordum bile. Nefes nefeseydim, bu tür koşuşturmacalar uzun bir süre önce hayatımda yerini almıştı, ve artık alışmıştım. Ama ben de insandım ve sonsuz bir güce sahip değildim.
Karanlık ormanın içinde bir ağaca yaslanıp derin bir nefes alarak sonunda ciğerlerime biraz oksijen girmesini sağladığımda arkadan gelen ayak seslerini hâlâ duyabiliyordum. Tamam Jieun, bu işi burada bitirelim.
Kendimi toparlayıp kılıcımı çektiğim an karşımdaki yaklaşık on adamdan biri üzerime atılmıştı. Adamı tek bir kılıç darbesi ile yere yığdığımda tek tek saldıran diğer askerlerin de sonu aynı olmuştu. Tamam, kılıcımı savurmayı iyi bilirdim, bu sahneyi çok sık tekrarlıyordum ve bunun gibi yüzlerce adam öldürmüştüm. Fakat ben öldürdükçe çoğalan askerleri bu sefer tek başıma yenebileceğimi sanmıyordum.
Kralın lanet olası askerleri yerimizi nereden bulmuşlardı gerçekten şaşkındım! Kafamda binbir soru dolanırken bir an askerlerden biri dalgınlığımdan faydalanıp beni bir tekme ile yere sermişti. Boynuma dayadığı kılıç ile yutkundum. Bu sefer hapı yutmuştun işte Jieun. Başımda dikilen iri adam gururlu bir kahkaha atarak arkasında tek kalan arkadaşına dönmüştü.
"Gördün mü Dong? Bu pisliklerin işi yakında bitecek" diyerek tekrar bana dönüp küçümseyici bir bakış atmıştı."Bu çete başı bayan mavi ay belası yok olduğunda".
Kafamda hızla bir kaçış planı ararken güldüm. "Haklısın, sizin gibi pislikler yakında ortadan kalkacak"diyerek askere tekme atıp kılıcını yakaladığım an arkadaki askere bir ok saplanmıştı. Şaşkınlıkla askerin yere düşmesini izlerken bir diğer ok da önümdeki adamın tam kalbine isabet etmişti. Merakla arkamı döndüğümde derin bir iç çekmiştim. Yüzümdeki siyah peçeyi indirerek gülümsedim.
"Tam zamanında, her zamanki gibi."
Jimin okla yayını indirip bana yaklaşırken yüzü benimkinin aksine sinirli gözüküyordu. Kaşlarını çatarak konuşmuştu.
"Jieun, sen aklını mı kaçırdın? Kralın askerlerini peşine takmak da ne demek?"
"Yerimizi bulmalarına izin veremezdim, onları başka yöne çekmeliydim. Ah, Jimin bu kadar katı olma. Görüyorsun, hepsini hallettim."
Jimin gözünü etrafta gezdirip iç çekmişti. Kafasını sallayarak sırtımı sıvazlamıştı.
"Biliyorum kardeşim. Zaten bu yüzden uğruna canımızı hiçe saydığımız, yaşama sebebimiz olan bu önemli görevi sana veriyorum. Sana güvendiğim kadar kimseye güvenmiyorum. Üstelik tek kız olmana rağmen en iyi savaşçımız sensin."
Onu onaylayıp gülümsemiştim. Jimin atına binerken onun arkasında yerimi aldığımda yola çıkmıştık. Sanırım bu benim rahat nefes aldığım son günümdü. Hergün zaten diken üzerinde yaşarken yarından itibaren daha zor bir hayat bekliyordu beni. Biz bir çete idik. Büyük bir çete. Kötü değildik, haydut veya katil hiç değil. Sadece bize acı çektiren bu acımasız kraldan intikamımızı almak istiyorduk. Jimin benim abimdi ve babamız kralın kardeşiydi, kral taht için babamı ve bütün ailesini öldürene kadar...
Ben daha çok küçüktüm, üç yaşında falan. Hatırlamıyorum. Ama Jimin ve ben tek kurtulanlarmışız. Kral tahta ondan başka birinin geçme ihtimalini yok etmek adına bütün ailemizi katletme kararı aldığında babamın tarafını tutan güçlü ve varlıklı bir adam bizi kurtarmış. Bütün çocukluğumuz boyunca eğitildik ve acımasız güçlü savaşçılara dönüştük. Jimin ve benimle beraber kraldan nefret eden, onu sevmeyen ve binbir türlü neden yüzünden burada olan birkaç kişiyle küçük bir çete olmuştuk ve gittikçe büyüyüp güçlenmiştik. Bizi kurtaran adam ben 18 yaşımda iken öldüğünde Jimin başa geçmişti, uzun zamandır kralın bir numaralı düşmanıydık, ve tek bir amacımız vardı. Kralı öldürmek ve intikamımızı almak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Shadow || MYG
FanfictionYüzünü benimkine biraz daha yaklaştırınca kafamı hafif arkaya doğru yatırmak zorunda kalmıştım. Gözlerini gözlerimden ayırmadan sormuştu. "Sen kimsin? Neden bana bu kadar tanıdık geliyorsun?" Bu tam olarak benim ona sormam gereken soruydu. Sesi nede...