Hissettirmek

173 25 32
                                    

"Hwang Hyunjin! Kolamı sen içtin değil mi? Seni öldüreceğim." diye girdiğim salonda gördüğüm kalabalık ile koşarak tekrar odama çıkmıştım. Herkes oradaydı ve ben dün Jeongin'in bana verdiği kolayı ben uyurken içtiği için Hyunjin'i öldürmekle tehdit ediyordum.

İki gün önce Jisung ile yaşadığım tuhaf ve tüyleri diken diken eden andan sonra 36 saat uyanık kalmam için benimle çabalayan herkes oradaydı. 36 saatin sonunda gitmişlerdi ve ben civcivli geceliğim ile uyumuştum. Kalktığımda herkesin yine burada olmasını beklemiyordum.

Ah, cidden! Changbin de oradaydı! Ve ben sarı civcivli geceliğim ile ellerim belimde kavga eder bir şekilde Hyunjin'i tehdit ederek salona girmiştim.

Odamın kapısını kapatıp kendimi yatağa attım. Havaya rastgele tekmeler atıyor, ufak çığlıklar kaçırıyordum ağzımdan. Kendi etrafımda dönüp karın üstü uzanıp kafamı yastığa gömdüm. Kesinlikle ağlamak istiyordum. Bir anda açılan kapıya bakmadan kafamın altındaki yastığı oraya fırlattım.

"Hyunjin seni gerçekten öldüre-" cümlemi bir bıçak gibi kesen şey arkamı dönünce elinde az önce attığım yastığımı tutan Seo Changbin'di.

Daha ne kadar rezil olabilirdim ki?! Şuan kaçıp balkondan atlasam bu durumdan daha iyidir. Ah, salak Felix... Birinci kattan atlasan en fazla ne olur ki?

Patronuma, beni civcivli geceliğim ile yakalayan patronuma suçlu gibi bakarken bir anda attığı kahkaha ile daha da yerin dibine girmiştim. İç çekirdekten daha içteydim. Gözlerimi ondan kaçırıp yatağımdan kalkıp patronundan emir bekleyen pozisyona gelip ellerimi önümde birleştirdim. Suçlu hissediyordum çünkü öyleydim.

Hâlâ minik parmaklarım ile uğraşırken karşıma geçen Seo Changbin'e bakmamak için büyük efor sarf ediyordum. Utançtan yanaklarım kızarmıştı ve ayaklarım resmen beni taşımayı bırakmıştı.

"Felix" dedi Changbin. Adım ne kadar da çok yakışmıştı ağzına... Kendine gel Felix! Belki birazdan seni işten kovacağını söyleyecekti.

"Felix, sen çok..." demiş ardından durmuştu. Aklımda cümlenin devamını kurmaya çalışıyordum. Çok beceriksizsin, salaksın, çocuksun, sorumsuzsun... Bunlardan herhangi biri olabilirdi.

"Sen çok tatlısın." dedi. Tamam, bu şekilde tamamlanmasını hiç beklemediğimi itiraf etmeliyim. Seo Changbin, az önce resmen beni tatlı bulduğunu söylemişti... Odada olmasa fangirl gibi çığlıklar atıp dans edebilirdim... Ama odadaydı... Bunu yapmayı onlar evden gittikten sonraya erteleyip gözlerimi gözleri ile buluşturdum. Hızla geri çekince ağzından küçük bir kıkırdama kaçırmış, başını hafif yere eğmişti. Tamam, bayılabilirdim. Seo Changbin bana kıkırdamıştı resmen.

"Daha iyi misin?" diye sorunca gözlerimi odadaki duvarlardan çekip tekrar ellerime odakladım.

"İyiyim, teşekkür ederim." dedim. Ona bakmasam bile üzerimdeki bakışlarını hissedebiliyordum.

"Aslında Felix, seninle konuşmak istediğim bir konu vardı. Bu yüzden geldim. Eğer gerçekten iyi hissediyorsan konuşabilir miyiz?" dedi. Düşündürücü ve ilgili sorusunu başımla onaylayıp "Buraya oturabilirsiniz." diyip yatağımı gösterdim. Gösterdiğim yere oturup bana bakınca ilk başta ne olduğunu anlayamayıp ona bakmış sonra kaşı ile yanını işaret edince sakince oraya oturmuştum. Konuya girmesi için gözlerinin içine bakarken o bunu anlayıp derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

"Felix, ailen Kore'de." dediği şey ile gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Korkuyu her hücremde hissediyordum. Korkumu anlamış olmalı ki sesini biraz daha yumuşatıp konuşmaya devam etti.

"Ailen ile ilgili her şeyi biliyorum. Ve sende Chan'ın durumunu biliyorsun, ayrıca Seungmin'inde. Aslına bakarsan şuan herkesin hayatı tehlikede. Özellikle seninle yakın olanların. Bu yüzden Felix, bir süre hep beraber yaşamamız gerekecek. Benim evim zaten yeterince büyük. 8 genç için yeter de artar. İçeridekiler ile konuştum. Onlar kabul etti, şimdi sana soruyorum kabul ediyor musun?"

Kendimi yine çok suçlu hissediyordum. Belki de hayatım boyunca en suçlu hissettiğim an bu olmuştu. Resmen 7 kişi benimle sürüklenip duruyordu. Gözlerimi ellerimden ayırmadan başımı olumsuz anlamda salladım.

"B-ben istemiyorum, ben kimsenin hayatını mahvetmek istemiyorum. İstedikleri benim. Beni alıp gidecekler ve herkes normal hayatına dönecek. Ben, ben onlarla gitmeliyim. Sizi tehlikeye atmak istemiyorum." dedim. Sona doğru sesim kısılmış ve gözlerimden yaşlar boşalmaya başlamıştı. Changbin gergin bir nefes aldı ve yüzümü avuçlayıp kaldırdı.

"Sen kimsenin hayatını mahvetmedin Felix, hem de hiç kimsenin. Ailenin yaptığı şeylerden kendine sorumlu tutmaktan vazgeç. Bizimle geliyorsun. Biz bir aileyiz." dedi. Bir yandan gözyaşlarımı siliyor, bir yandan sakin kalmam için konuşuyordu. Ne ara bu kadar yakın olmuştuk bilmiyorum ama arada çok farklı bir bağ olduğu kesindi. Hem biz 8 gencin arasında hem de özel olarak ben ve Changbin arasında.

Tekrar reddetmek için ağzımı açacağım sırada Changbin yanağımdaki bir elini kaldırıp saçıma çıkardı. Onları hafifçe okşarken, şuana kadar duyduğum en naif ses tonu ile konuştu.

"Reddetmek gibi bir seçeneğin yok Lee Felix. Eşyalarını toplaman gerek." dedi. Yaptığı hareketler, ilgili ve özel konuşması ile rahatlamıştım. Doğru söylüyordu; onlar ailemdi, onları bırakamazdım. Başımla onu onaylayıp yataktan kalkacağım sırada bir anda tekrar oturup bir eli hâlâ yanağımda olan Changbin'e baktım. Belki de şuan yapmak istediğimi yapmalıydım.

Changbin'in elini tutup yatağın üstüne indirdikten sonra kollarımı boynuna sardım. Şuan bir sarılışa ihtiyacım vardı. Umarım Seo Changbin bunu gerçekleştirirdi.

Aradan süre geçmemesine rağmen bana sarılmaması ile kollarımı açıp yaslandığım göğsünden ayrılacaktım ki bunu hissedip kollarını sıkıca bana sarıp başımı daha da göğsüne dayadı.

Ona sarılmak gerçekten mükemmel hissettiriyordu. Bulutların üstüne ulaşmış bir kuş kadar özgür ve mutlu hissettiriyor, hiç bilmediğim anne kokusuna kavuşturmuş gibi hissettiriyor, sonu gelmez bir tünelin ucundaki beyaz ışığı görmek gibi hissettiriyordu.

Seo Changbin çok güzel hissettiriyordu.

Streetlight (Changlix)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin