ღIII

399 35 3
                                    

●

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Ortaokul zamanına kadar mutlu bir çocuktum. Bol arkadaş çevrem ile hemen hemen herkesin sınıfında olan o ortamı neşelendiren ve arkadaş olmak istedikleri birisiydim. Gözlerim üstümde dolanan spot ışıkları nedeniyle o kadar kördü ki annemle babamın kötüye giden evliliklerinin farkında bile değildim. Hoş, babamın kaptan olmasından dolayı aylar süren işleri olurdu. Gemisiyle dünyayı turlarken ona beni de götürmesi için yalvarırdım ama bu iş gezilerinin annemin üstünde bıraktığı bıkkınlığın farkında değildim. 

Sonunda boşandılar. Ben babamla kalarak Kanada'ya taşındım annem ise bir sene sonra eski kocasıyla tekrar bir araya geldi. Ona kızgın değildim ama yine de içimde bir türlü dindiremediğim bir kırgınlık vardı. Neden boşandılar? Boşanmak zorundalar mıydı? Boşansalar bile annem de bizimle gelemez miydi? Ama yetişkin işlerine ufak bir çocuğun aklı pek ermiyordu. 

Kanada'da birçok etkinliğin çok rahat bir şekilde yürütüldüğü bir ortaokula gitmiştim. En başta dil bariyeri yüzünden çekincelerim oluşmuş ve cam kenarında ders boyunca oturup dışarı izleyen o kıza dönüşmüştüm. Kimseyle konuşmak içimden gelmiyordu. Derslerde hocaların sorularına da bozuk İngilizcem ile cevap verdiğimde birkaç kıkırtı beni iyice görünmez olmaya itmişti. 

O zamanlarda defterlerime hikayeler yazardım. Sonra da o hikayeleri şarkılara çevirdim. Okuldaki müzik sınıfını keşfedince de kendimi tamamen notalarla iç içe bıraktım. 

Babam ile yaşadığımız iki katlı müstakil evimizde bana bakan bir dadı vardı. Okuldan sonra direkt odama kapanmam ve ağzımdan tek kelime çıkmaması dikkatini çektiğinde babam okula gelmiş ve hocalarımla gerçekleştirdiği sayısız konuşmadan sonra çevre edinip çekincelerimi yenmem için birçok kursa yazdırmıştı. 

Şimdi bile konuşma konusunda iyi biri değildim. Kendi düşüncelerimin arasında bazı anlar öyle kayboluyordum ki biri beni uyarmayıncaya kadar nerede ne yaptığımı bile unutuyordum. 

Mark Lee ona gelen arama ile bana iyi geceler dileyerek gittikten sonra ben de eşyalarımı toplayıp evimin yolunu tutmuştum. 

Abim, Taeyong'un arkadaş çevresi benim birkaç ay önce işe başlayan söz yazarı olarak biliyordu. Onunla karşılaştıktan sonra özellikle kimseye bahsetmemesi konusunda ricada bulunmuştum. Neyse ki kimse onun diğer kız kardeşinden haberdar değildi de o da yalan söylemek yerine sadece susuyordu. İnsanlar dedikodu yapmayı severdi. İdol olan abisinin Kore'deki en ünlü şirketine daha yeni iş hayatına atılmış bir söz yazarının kabul edilmesi torpil şüphesini akla ilk getirirdi. 

Her yerde, bu da Taeyong'un herkesten sakladığı kız kardeşi yakıştırmasını dinlemek istemiyordum. 

Evim Seul'de yüksek kiralı evler arasında zar zor bulduğum bir evdi. Ufak bir terası olan çatı katında 1+1 bir daireydi. Daire demek bu in için ne kadar doğruydu bilmiyordum ama vaktimin çoğunu şirkette geçirdiğim için çok da göze çarpmıyordu. Tek kişi için oldukça idealdi. Mart ayının soğuk esintisi olmasa terasa çıkıp şehir manzarasına bakarak kahvemi içmek isterdim ama çok çabuk hasta olan biri olduğum için ve bana bakacak kimsem olmadığı için bu riski göze alamıyordum. 

Sign of the MoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin