dreams - the cranberries

836 82 26
                                    

o gece oturduğum yerde uyuya kaldığımı üşüyen ayaklarımın karıncalanarak beni uyandırmasıyla fark etmiştim. ayağa kalmak biraz zamanımı almıştı. 

güneş daha yeni doğuyordu ve ben en fazla üç saat uyuyabilmiştim. dolabımdan çıkardığım kazağı kokladım, temiz sayılırdı. üşümek istemediğim için havayı kontrol etmek adına pencereyi açtım. soğuktu. dışarıda kimse yoktu, büyük ihtimalle herkes uyuyordu. aslında ben de uyuyabilirdim, daha zamanım vardı ama uyku hiçbir zaman önceliğim olmamıştı ve bu tip zamanlarda dünyadaki son insanmış gibi davranmak hoşuma gidiyordu.

yere baktım, dün o kişinin durduğu noktaya odaklandım. gözüme parlak bir şey takıldı. ne olduğunu çok merak etmiştim. hızla kazağımı ve elime gelen ilk pantolonu giyerek ceketimi ve çantamı aldım. ayakkabılarımın bağcıklarını bağlamadan evden çıktım. merdivenlerden inişim ve apartmandan çıkışım bir olmuştu. 

bulduğum şey yüzüktü. ucuna eskimiş bir ip bağlanmıştı. sanırım yüzüğü kolye ucu olarak kullanmıştı. yüzüğü alarak bir süre inceledim. pek bir özelliği yoktu, normal gri bir yüzüktü. 
cebime koydum. iki olasılık vardı; yüzük ya dün şarkı söyleyen kişinindi ya da buradan geçen herhangi birinindi. birinci olasılığın verdiği his yüzüğe değen parmak uçlarımın karıncalanmasına neden olmuştu.

ellerimi birbirine sürterek ısınmaya çalıştım ve üniversitenin yolunu tuttum. yolda simit alıp yedim, birkaç parçasını martılara attım. boş ve biraz alkol kokan sokaklardan geçtim. okul binasına girdim ve her gün olduğu gibi zamanın geçmesini bekledim. 

derslerim bittiğinde saat üçü biraz geçiyordu. mert' i aradım (güngördü). eve erken gitmek istemiyordum. mümkünse kafamı dağıtmak ve evde yarım kalan kitabımı okumaya ihtiyaç duymadan uyumak istiyordum.

- alo mert müsait misin?

- bir dakika bekle, kapatma telefonu dönücem sana.

sessizce merti bekledim. biriyle konuşuyordu. konuştuğu kişinin sesi bir kıza ait gibiydi ve dedikleri az çok duyuluyordu.

" kim o? ömer mi? nerdeymiş?" beni soran kişiyi çok merak etmiştim. sesi de tanıdık değildi.

" değil annem arıyor. ömer nerde bilmiyorum." mert aceleyle kızı geçiştirdi. birkaç kere kız mert diye bağırdı ama mert kıza cevap vermedi.

-alo, kanka bir kız seni soruyor. üst komşunmuş seninle konuşmak istiyormuş.

-nasıl ya? neden ki?

-ne bileyim abi, sadece seninle konuşmak için gelmiş naptın kıza kim bilir.

 ardından güldü. ama mert' in gülüşü benim endişemi bastıramamıştı. 

-ömer? kıza bir şey yapmadın di mi?

-hayır saçmalama. sadece belirsizlik canımı sıktı. neyse ben arkadan çıkıyorum orda buluşalım.

telefonu kapatarak olabildiğince hızlı adımlarla çıkışa ilerledim. bir şey olmadığını bildiğim halde kaçmak istiyordum.

mert' in yanına vardığımda aceleyle kolunu tutup yürümesi için çektim. adımlarıma ayak uydurduğunda kolunu bıraktım ama hala daha stresliydim. elimde olsaydı koşardım.

" sorun ne?" mert beni durdurmaya çalıştı.

" bilmiyorum, sorun da bu. kızla daha önce hiç konuşmadım bir iki kere denk geldim. hem seni nasıl buldu ki, evime çok sık gelmişliğin de yok. aklımda bir şey var ama çok anlamsız ge-"

" dur, sakin ol."

rastgele bir kafeye oturup çay söyledik. mert' e hislerimi katmadan olanları anlattım. güldü. bu kadar küçük bir şeye neden bu kadar takıldığımla alakalı birkaç şey sordu. eğer ona olayı hislerimi katarak anlatsaydım beni anlardı.

" büyük ihtimalle sevgilisini ailesinden saklıyor kız. bu kadar takılma, gece çocuk yine gelirse git salonda uyu hiç bulaşma."

dediği şey aslında çoğu insanın tercih edeceği şıktı ama sorun benim bulaşmak istememdi. ne olduğunu öğrenmek istiyordum, onu tanımak istiyordum.

" haklısın." diyebildim. 

çaylarımızı içtikten sonra bir bara gittik. biraz içtik, biraz konuştuk. saat bir buçuk olmuştu.
hesabı ödeyip kalktık. gün boyu doğru düzgün yemek yemediğimi fark ettim ve canım kokoreç çekmişti. mertle kokoreç alıp, yollarımızı ayırdık. eve birkaç metre kala gitar sesi içime doldu.
bugün erken mi gelmişti?

şarkıyı yarılamış gibiydi ve düne göre daha kısık sesle söylemeye çalışıyordu ya da ben uzakta olduğum için öyleydi. ağzımdaki lokmayı zorla yutarak apartmanıma biraz daha yaklaştım. dünkü olayı sanki farklı bir bakış açışıyla görüyormuşum gibi oldu. penceredeki kız kavgayı andıran seslerle perdeyi çekip ortadan kayboldu ve gitar sustu.

hızla kokoreçi ağzıma tıkıp ona doğru yürüdüm. boynunu eğmiş gitarını çantaya koyan kişiye attığım her adım mideme vuruyordu. belki de bu kadar geç saatte yemek yediğim için de olabilirdi.

çantasını sırtına takarken beni fark etti. hemen gözlerini silip boğazını temizledi.

" merhaba." aynı anda konuşmuştuk.

" dün için kusura bakma, uykunu bölmüş olmalıyım." 

" hayır, sorun değil. uyumuyordum zaten." 

bu kadar mıydı? konuşma bitmiş miydi?

" o zaman, iyi geceler." elini veda edercesine salladı.

" bugün hangi şarkıyı söyledin?"

aklıma gelen ilk şey düşünmeden ağzımdan çıkmıştı.

" the cranberries' in şarkısı dreams, sever misin?"

" bilmiyorum. anlamları güzel olsa da bazen fazla geliyorlar bana. belki de ruhum kaldıramıyordur."

" olabilir, bu tür şarkılar bazı duyguları bilmeyen insanlara ağır gelebiliyor." kızın penceresine bakarak dalgın dalgın konuştu.

" yanlış anlama, yani sana duygusuz demiyorum. sadece... ben sadece böyle ifade edebiliyorum kendimi. yaptığım şey beni tatmin ediyor ama  keşke  sonuçları da beni ve ruhumu şarkılar gibi tatmin etse."  

" sevgilin mi?"

" tam olarak değil."

uzatmadı, bu yüzden ben de uzatmadım. 

" şarkının küçük de olsa bir kısmını söyler misin? duygusuz olup olmadığımı merak ediyorum."

dediğim şeyle utanarak güldü. 

" eğer tekrar söylemeye başlarsam ağlamaya başlayabilirim ve ağlarken iğrenç olu-"

" sorun değil, ben seni her şekilde dinlerim."

dediği gibi ağlamıştı, sesi hıçkırıklarıyla sarsılmasına rağmen hala güzeldi.

bu düşündüğümden uzun oldu, umarım sıkılmamışsınızdır ve karışık olmamıştır. okuduğunuz için ve yorumlarınız için teşekkürler :)





this charming man (porgola)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin