bir süre hürkan bana baktı. ciddi olduğumu fark edince sıçtık diye mırıldandı.
" olabilir, sıkıntı değil. sadece geri yürümeliyiz." her şeyin iyi olduğuna ikna etmek istermiş gibi bana gülümsedi.
" ne?"
" mantıklı değil mi? sadece geri dönmeliyiz."
arkasını döndü. sonu görünmeyen ve sokak lambalarıyla anca aydınlanan sokağa baktı. tekrar bana dönerek telefonunu çıkardı ama sonra bir şeyler mırıldanarak cebine geri koydu.
" şarjım yok, gps ile geri dönebilir miyiz?"
bu sefer ben telefonumu çıkardım. şarjım çok azdı bu yüzden hızla haritaya girerek nerede olduğumuza baktım ve nasıl çıkabileceğimize. hürkan merakla ne yaptığıma bakmak için yaklaştı, bir anlığına dikkatim dağılıp hürkan' a baktım.
" çok büyük sıçtık." aşırı sakin bir şekilde kurduğu cümleyle tekrar telefonuma baktım, şarjım bitmişti.
ellerini saçlarının arasına daldırarak gözlerini kapattı. sessizce sıçtık diye sayıklıyordu." bir labirentten çıkmanın en kolay yolu sağ elini duvara koyup hiç kaldırmadan yürümektir." bunu neden söylediğimi bilmiyordum ama biraz olsun ona güven vermek istemiştim.
yüzünde hafif bir tebessüm belirerek büyüdü ve yine o hoşuma giden kahkahasını sundu bana.
" bu arada adın ne?"
" ömer, senin?"
" hürkan." elini uzattı. büyük bir hevesle elini sıktım. alışabileceğim bir sıcaklığı vardı. elini bırakacağım sırada elimi tutmaya devam etti.
" az önce fark ettim de neden bu kadar soğuk ellerin?"
sessizce yüzüne baktım. ona onu beklediğimi söylemeye dilim varmıyordu.
" hava soğuk."
" tam zamanında oradaydın ve beni kurtardın. dışarıda beni mi bekledin?" diğer elimi de tutarak ısıtmak istermiş gibi ellerinin arasına sıkıştırdı. utandığımı hissediyordum.
" sen olmasaydın çok kötü dayak yemiş olurdum." dövülmediği için mutlu gibiydi.
" teşekkür ederim." ellerimi bırakarak bana sarıldı. kafam boynuna gömüldüğünde ciğerlerime hafif bir parfüm kokusu doldu. kollarının arasında kaybolmak istedim... o an bir çok şey istedim ama yapabildiğim tek şey ellerimi sırtında birleştirmek oldu.
" çok mu üşüyorsun?" dediği şeyle ona çok sıkı sarıldığımı fark ettim.
hızla sırtına yapışan ellerimi ondan çekerek uzaklaştım.
kafamı hayır dercesine salladım çünkü beynim boştu, cümle kurmayı unutmuş gibiydim.
" dümdüz yürürsek, bir yere varabilir miyiz sence?" dedi saçlarını karıştırarak.
" denemeden bilemeyiz."
"haklısın."
" sağdan gidelim."aynı anda konuşmuştuk. sağa dönerek ilerledik ve hiçbir yere sapmadan ilerlemeye karar verdik.
" neden beni dövmek istediler?"
hürkan' ın savsak adımları arada omzuma çarpmasıyla düzeliyordu. bir iki kere özür diledi ardından sadece omzuma yaslanarak yürümeye başladı. sarhoş olabileceğini düşündüm. belki de her gece içip geliyordu. ama telaffuzu normaldi ve alkol kokmuyordu.
" insanların camına taş atıp gecenin ikisinde şarkı söylüyorsun."
" vay be... böyle söyleyince ben de kendimi dövmek istedim."
güldüm. gerçekten kendini geri çekmeden doğal davrandığını hissettim.
" ilginç birisin."
" ben mi?" şaşırdığını belli eden gözleri komikti.
" ben sadece umutsuz bir romantiğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
this charming man (porgola)
Fiksi Penggemaro gece gözlerim açıldı, hiç kapanmamak ve hep sana bakmak adına.