Geceleri yürüyüş yapmak çok hoşuma gidiyordu. Hatta bazen özellikle eve geç geliyordum geceye kalmak için. Sessiz ortamlarda yaşadığım şeyleri düşünüp kafamda pişmanlıklarımı tartmak benim için bir alışkanlık halini almıştı. Eskileri düşünmek beni strese sokuyordu ama bunu bilmeme rağmen düşünmeye devam ediyordum. Neden bilmiyorum, sadece kim olduğum hakkında emin olduğum her şey geçmişimde kalmış hissine kapılıyordum. Bazen de ailemi düşünüyor kendimce özlem gidermeye çalışıyordum. Ne yazık ki hepsinin kafamda olduğu, ailemi gerçekten göremeyeceğim gerçeği peşimi bırakmıyordu ki ailemin yanına dönsem bile köyden yeniden kovulacağım konusunda en ufak bir şüphem dahi yoktu...
Düşüncelerim içinden çıkılamaz bir hal aldığında kendimi bu zihinsel zindandan dışarı atabilmek için müzik dinlemeye karar verdim. Elimi cebime atıp kulaklığın birbirine dolanmamış olması için dua etmeye başlamıştım. Ne yazık ki her dua kabul olmuyordu. Birbirine feci şekilde girmiş kabloları birbirinden ayırmaya çalışırken adeta hem fiziksel hem de mental bir savaş veriyordum. Birkaç kez düşme tehlikesi atlatmamın verdiği tedirginlik ve hırsla kulaklığı cebime geri koydum ve sahil yoluna doğru ilerlemeye devam ettim.
Evimiz sahile yakındı bu sayede eve gelinceye kadar biraz daha yürüyüş yapabiliyordum. Sahildeki banklardan birine oturdum ve kulaklığımla yeniden uğraşmaya başladım. Dediğim gibi, hırs yapmıştım bir kere. Yaklaşık 10 dakika kadar daha uğraştım ama kulaklığın -zaten aşınmış olan- kablosu benim uğraşıma dayanamamış ve kopmuştu. İçimden
Al işte sıçtın içine Caner...
Diye geçirirken kulaklığı çöpe atmaktan başka bir çaremin olmadığını anlamıştım. Üç ila dört metre uzaklığımda olan belediyenin koymuş olduğu eski çöp kutusunu gözüme kestirdim. Kulaklığı alıp banktan kalktım ve çöp kutusuna doğru ilerledim. Ayağa kalktığımda kendi yaşlarımda hafifçe gülümseyen bir gençle gözgöze geldim. Bana mı bakıyor emin olamadığımdan dikkatimi yeşil gözlerden çekmemin daha mantıklı bir tercih olacağına karar vermiştim.
Kulaklığımı son yolculuğuna uğurlayıp geri geldiğimde gencin çoktan gitmiş olduğunu fark etmiştim. Hala hafif nemli olan hırkamı banktan alıp giyip giymemek arasında karar vermeye çalışıyordum. Havanın soğuk olması bana başka bir çare bırakmamış, mecburen hırkayı üzerime geçirmiştim. Elimde tuttuğum telefonumu hırkamın cebine koymaya yeltendiğimde cebimde bir sertlik hissettim telefonumu diğer cebime koyup elimi cebimde hissettiğim sertliğe görürdüm. Küçük bir hediye poşeti vardı. İlk başta anlam veremedim ve açıp açmamak arasında gidip geldim ama merakımın önüne geçemeyince küçük poşeti dikkatlice açmaya başladım. Poşetin içinden siyah bir kulaklık çıkmıştı. Yeni gibi duruyordu, ya da en fazla bir iki kere kullanılmış gibi. Bu bana garip gelmişti. Hırkamın yanından ne zaman ayrıldığımı düşünmeye başlamıştım, kulaklığı koyanın tanıdığım biri olmadığını düşünmüştüm çünkü kulaklığım sahildeyken kopmuştu ve sahile geldiğimde ceplerim tamamen boştu. Yani Doğu'nun koymuş olma ihtimali yoktu.
Yeni kulaklıkları telefonuma takıp müzik dinleyerek eve yürümeye başladım. Gerçekten kaliteli kulaklıklardı bunlar sesleri çok iyi iletiyordu ya da bozuk kulaklıklara alıştığımdan bana öyle gelmişti. Bir yandan yürüken bir yandan da sahilde kimin böyle bir şey yapmış olabileceğini düşünüyordum. Orada kimseyle konuşmamıştım, sadece tek bir kişi ile göz göze gelmiştik.
O gencin güldüğü şeyin başka bir şey olduğunu düşünmüştüm ama başka hiç kimse ile muhattap olmamıştım, böyle bir durumda tüm oklar onu gösteriyordu. Genci çok dikkatli bir şekilde incelememiştim, yanlış anlaşılmaktan korkmuştum özellikle gecenin bir saati...
Tek dikkat ettiğim gülümseyen ifadesi ve güzel yeşil gözleriydi. Eğer yeniden karşılaşırsak bunu ona sormayı planlıyordum. En fazla kendisinin koymadığını söyler ya da tersleyip gidersi ama kulaklığı kimin bana verdiğini aşırı derecede merak etmiştim.
Eve yaklaştığım sırada içimi garip bir his kapladı. Nasıl tarif edebilirim bilmiyorum ama sanki biri beni izliyor gibi hissettirmişti. Bunu saatin geç olmasına ve kafamı kurcalayan şu kulaklık meselesine bağlamıştım. Umursamamaya karar vererek apartmana girdim ve dairenin önüne gelerek kapıyı açtım. Doğu'nun uyuyor olma ihtimali yoktu -geceleri ikimiz de eve gelmeden önce uyumayız- ama yine de işimi sağlama almak istemiştim. Tahmin ettiğim gibi Doğu hala uyanıktı.
Nerede kaldığımı sorarak yanıma doğru yaklaştı. Ona başımdan geçen "entrikaları" anlattım. Kulağa bir filmden çıkmış gibi geliyordu gerçekten. Doğu da buna şaşırmıştı ama sanki aklına başka bir şey gelmiş gibi odasına gitti. Arkadından seslenmemi umursamamıştı bile. Elinde beyaz bir zarf ile geri dönmüştü yanıma. Limon gibi kokan -limon kokusu yağmur kokusundan sonra en sevdiğim kokuydu- zarfı bana doğru uzattı.
Ben eve geldikten biraz sonra buraya sarışın böyle... nasıl anlatsam, çok hafif sakallı bir genç geldi. Bu zarfı sana iletmemi istedi. Zarfın kokusunu fark edince seni tanıdığını düşündüm.
Ardı ardına sıraladığı cümlelerin arasında ona tek bir soru sorabilmiştim
Gözleri ne renkti?
Bilmiyorum galiba oluyo :/
Oy ve yorum bekliyorum eheh ^-^
Öp öp öp öp öptüm bye~
Gö gö gö gö gömdüm sayy~
:D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Limon Kokusu |B×B|
Short StoryKitap eşcinsel karakterlerin hikayesini konu almaktadır. Bu tür konularda hassas veya homofobikeniz okumanız tavsiye edilmez.