KARANTİNA
İstanbul kadın ve çocuk tutuk evinin önüne geldiğimizde bir öğlen vaktiydi. Ellerimiz kelepçeli bir şekilde memurların eşliğinde arabadan indirilip kapıya yaklaştık. Memurlardan birisi kapıya tıkladı. Kapı açılınca, bizi içeride bekleyen gardiyanlara teslim edip gittiler. Kelepçelerimiz açıldı. İlk arama yapıldı. Takı kemer saat gibi eşyalarımızı aldılar. Kimlik bilgileri işlendikten sonra, ''Bunu sakın kaybetmeyin,'' diye elimize cezaevi kimliğimiz tutuşturuldu. Kimlikte adımız soyadımız ve ne suçundan geldiğimiz yazıyordu. Akabinde kız olan arkadaşımız kadınlar koğuşuna gönderildi. Aslında bende Kız'dım, benim de oraya gitmem gerekti ama bunu kime anlatabilirdim ki? Cezaevi içinde açık alanda biraz daha yürüdükten sonra kapalı bir alana girdik. Gardiyan beni bir odaya geçirdi. İçeride bekleyen başka bir gardiyan vardı. İçeri girer girmez komple soyunmamı istedi. ''Kural böyle,'' diye ekledi. İç çamaşırım kalana dek soyundum. Onu da çıkarmamı istedi. ''Çıkar şunu!'' diye bağırdı. İç çamaşırımı da çıkarttım. Utandığımdan elimle önümü kapatıyordum. ''Çek ellerini önünden,'' diye bağırdı yine. ''Sen bu utangaçlıkla yandın oğlum, seni harcarlar! Pek de parlaksın.''
X KOĞUŞ
Rutin geçen üç günün sonunda, sabah sayıma hazırlanın diyen bir anonsla uyandım. Artık koğuşlara dağıtılacaktık. Benimle gelen arkadaş başka koğuşa gönderildi. Ben, hiç gelmesini istemediğim İlkay ve birkaç kişi daha mahkûmların bizi korkuttukları o meşhur isyancılar koğuşuna gönderildik. İlkay'ın benim olduğum koğuşa gelmesi benim için hiç iyi olmayacaktı.
Koğuşa götürmek üzere gardiyanlar geldiler. Koğuşa gidene kadar, yedi demir kapıdan geçtik. En sonunda koğuşa girdik. Gardiyan kapıyı kapatıp gider gitmez yine battaniyeyle atılan hoş geldin dayağından sonra ilk tanışmalar yapıldı. Bu sefer dayaktan kurtulamamıştım.
Yeni gelenler olarak bir köşede bize gösterilen taburelere oturduk. Etrafı süzmeye başladım. Geniş bir koğuşa benziyordu. Yan yana sıralanmış birçok iki katlı ranza vardı. Yerler hiçbir şey serilmemiş betondu. Girişte sol tarafta tuvalet, hemen yanında altına boş tabureler konulmuş üstünde betondan yapılmış bir lavabo vardı. Lavabonun başında çamaşır yıkayan birileri vardı. Karşıda ranzaların yanında avluya bakan birer tane içe doğru bombeli demir parmaklı cam vardı. Koğuşu süzmeyi bırakıp çaktırmadan mahkumları süzmeye başladım. Kimisi ikinci katındaki ranzasında kitap okuyor, kimisi uzanıyor kimisi ikili gurup halinde sohbet ediyorlardı. Gözüm koğuş ağalarına kaydı. Hepsi cinayetten, gasptan gelmişlerdi. İlk tanışmada sanki gurur duyuyor gibi suçlarının ne olduğunu söylemişlerdi. İnce uzun boylu olan Veli. Orta boylu şaşı gözlü olan Mustafa. Ve en küçükleri tıknaz kapkara tipi olan Batmanlı Ercan'dı. Gözleri velfecri okuyordu. En ağır ağabey olan ise Lütfi'ydi. Saçları önlerden hafif dökülmüş gözleri kıpkırmızı bakıyordu. Lütfi yaş olarak hepsinden büyüktü ama yaşı kimlikte küçük yazılmıştı. Ve koğuşun baş ağası olan Fırat! Lakabı 'P...ç Fıro.' Orta boylu hafif toplu esmer ve kırmızımsı yüzünde hep alaycı bir ifade vardı. Kafası yamuk ve büyüktü. Kolları harita gibi faça içindeydi. En çok da ondan korkmuştum. Zaten korkmalıydım da! Gasp yaparken dört kişilik aileyi birden öldürmüştü. Ondan başkada yine çeşitli suçları vardı. Böyle canavar gibi bir tipe, korkutuculuğa sahip bir erkek daha önce belki de hiç görmemiştim. Fırat'ı dışarıda yaşam sürerken bile hayal edemiyordum. Sanki o buraya aitti ve buradan hiç çıkmamalıydı. Çıkamazdı da zaten. Zira koğuşta Lütfi'den sonra ikinci müebbetlik cezası olan oydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir transseksuelin hikayesi icimdeki kiz
Não Ficção(+18) Not- (Bu Trans kadın hikayesi seks hikayesi değildir!) İçimdeki tutsak kızın çığlığını duyabilir misin? ''Beni bu bedenin içine hapsedemezsin! Özgür olmak istiyorum!'' diye haykırıyor. İyi dinle! İyi oku ve duy onun sesini.