bıçak boğaza dayanmadan, kurtar o oğulu bu alçak dünya altındaki enkazdan.

73 8 11
                                    

!bu kitapta tamamen benim uydurduğum batıl bir inanç vardır. amacım islama veya herhangi bir dine saygısızlık etmek değildir, bunu bilerek okumanızı isterim.!

içeri buyur ediyor bizi marcella. eğiliyorum önünde hafifçe, arkamdakiler fısıldaşıyor. onları duymamış gibi geçiyorum içeriye. ev kalabalık, herkes bir alemde. duvarların her bir köşesinde oğulun resimleri. turan'ın resimleri, turan'ımın. boğaz yumrum, turan'ım. 

ütüsü temiz pantolonumu umursamadan çömeliyorum yerdeki minderlerden birine.

"estağfurullah, koltuğa oturun lütfen." diyor bir kadın yanı başımda. sol tarafımı pat patlıyorum, kendimce böyle iyiyim diyorum. ısrar edecek gibi oluyor ancak bana şöyle bir göz atıp çıkıyor salondan. koca koca adamlar benim yüzüme yüzüme konuşuyorlar.

"kadınlar oturur yer minderlerinde." diyorlar. zaten alçak olan dünyanın bir köşesine atılmışlar, bırakayım bu seferlik onlara kalsın koltuklar. 

bir şey demiyorum, selam veriyorum sadece. salon havasız, nefes alamıyorum. tıklım tıklım mübarek. kimi ararsan var, bütün karayurdu tek çatıda toplamışlar. namur'undan alina'sına, fevzat'ından harry'sine. eric'inden tamur'una. her çeşit insan iki oturup gideceğiz havasında sohbet ediyor. alçak dünyaya ayak uyduruyor bir nevi alçak dünyanın alçak insanları.

"çay ister misiniz bayım? türk kahvesi de var isterseniz."

başımı kaldırıp bakıyorum marcella'ya, utanıveriyorum hemen. sahi, şuradaki insanlardan farkım ne? masum bi' kadının yüzüne bakacak cesareti bile bulamıyorum kendimde. alçağın tekiyim ben de.

"olursa orta şekerli türk kahvesi, olmasa da olur." diye mırıldanıyorum. baş sallayıp koşa koşa gidiyor mutfağa. kirpik diplerime kadar kanıyorum o gidince, acıyorum kendime. ne alçak bir herifim ben böyle?

utanıp başımı eğiyorum, alçak insanların günlerinin nasıl geçtiklerinden bahsettiklerini duyuyorum. kusmak istiyorum. alçak dünyanın alçak insanlarının bir şeyleri normalleştirme çabasına girip durmasına karşı sadece kusmak istiyorum.

sinirle dişlerimi sürterken "zehre'm." diye bir nefes çarpıyor boynuma. sesi duyar duymaz şah damarım kabarıyor, nabzım hızlanıyor. sanki hiç irkilmemiş gibi uzaklaşıyorum ondan, kimseler görmemiştir zaten ama korkuyorum hala.

"hoş geldin minik evime."

oturduğum minderde biraz daha yana kayıyorum. nasıl da korkmuyor kimseden, hiçbir şeyden? onca insanın, karısının bulunduğu bir evde nasıl sokuluyor boynuma? jeongguk nasıl bu kadar arlanmaz olabiliyor bazen? 

cevap vermek yerine başımı sallıyorum. anla ulan, diyorum içimden. sana aşkımı haykırıyorum, sadece bir baş hareketiyle. anlıyor minik adamım, kıkırdıyor. içimden, otuzuna basmış olan sevgilimin bebek dişlerinden öpmek geliyor. yapamıyorum. alçak insanlar, alçak adamlar, alçak dünya.

yüzüne bakıyorum bir iki saniye, gözleri cehennem misali. beyazı kalmamış, kan irislerinde toplanmış. kaçırıyorum hemen bakışlarımı. elleriyle oynadığını görüyorum hayal meyal. utanıyor, yaralı tarafını bana açtığında küçülüyor. 

yapma sevgilim, acını bir ben bilirim, saklama kendini zehre'nden. alçak adamlar, alçak insanlar, alçak dünya.

birkaç dakika geçiyor, ben dışında herkes konuşuyor. bir adam bir ara yanımıza gelip kulağına eğiliyor jeongguk'un. sesini duyurmak için bağırdığından duyuyorum ben de söylediklerini.

"allah kavuştursun inşallah, öbür taraftaki yeri iyi olsun."

boğazına yapışmak istiyorum, dilimi sırf onun için kirletip yüzüne tükürmek istiyorum o adamın. alçak adam, alçak insan, alçak dünya.

"altı yaşında." diyor jeongguk cevaben. ilk defa benden başka birine çocuk tarafını gösteriyor, gözleri parlıyor minik adamımın.

"kaçışı yok oğul, çekeceği varmış. üzme kendini, allah'a kurban gidecek canının içi."

jeongguk belli etmiyor sinirini. bıraksanız turan'ı cebinde saklayacak ama yapamıyor hiçbir şey. adama teşekkür ediyor elini kalbine koyarak. adam uzaklaşınca marcella geliyor, karısı. önümüze iki fincan kahve, soğuk su ve fındık koyup gidiyor. yüzüne bakamıyorum, jeongguk da sadece teşekkür edip koca bir yudum alıyor. boğaz acısını dindirmek istediğinden sade kahvesine bir iki tutam pul biber attırıyor. bunu da bir tek ben ve karısı biliyor.

"sen nasılsın sevgilim?"

sesli söylediğinden karşımızdaki yaşlı adam dönüp bize bakıyor kısa bir süre. kafasını sağa sola sallayıp geri dönüyor önüne. 

"ne bozuk adamsın jeongguk." diye mırıldanıyorum yalancı bir sinirle. yaptığı şeye gülüyor hafifçe.

"sen nasılsan öyleyim." diyorum sonra.

"uyuyamıyorum, gözüme uyku girmiyor kaç haftadır. kulağımda turan'ımın sesi. 'kurtar beni.' diyor miniğim. 'bu koca amcalardan kurtar beni.'. bilmiyorum, artık dünya değişsin istiyorum jeongguk. oğullar da yaşasın, bıçaklar körelsin istiyorum. boğazındaki yumruları götürmek için acı kahve içme istiyorum. oğlunu gördüğünde ellerin titrediğinden tuvalete gidip durma istiyorum. bir şeyler değişsin, bu dünya böyle yürümez. alçalıyoruz gittikçe, alçaklaşıyoruz. her gün bir başka oğulun ölümünü elimizde birer fincanla bekliyoruz. asıl cehennem dünyada değil, asıl cehennem sende. gözlerinde, içinde, saç diplerinde. gözümün önünde yanıp kül oluyorsun, istemiyorum. boğaz içinden öpmek, kendine yetecek nefesin kalmadığında karnına bir kelebek bahşetmek istiyorum. o kelebeğin kanat çırpınışları sana nefes olsun, alçak dünyanın alçak adamlarından kurtulalım istiyorum. avuç içinde bir zehre olmak istiyorum, bu dünyada değil. burası bizlik bir yer değil."

durdum, nefesim yetmedi fazlasına. jeongguk'um bir kelebek bahşetti bana bakışlarıyla. cevap vereceği sırada insanların ayaklanmalarıyla birlikte bir adam girdi içeriye. biz de kalktık yavaşça.

"keyfiniz hoş olsun beyler, oturun hiç rahatsız olmayın." deyişiyle birlikte oturdu yine herkes. jeongguk derin derin soluyor, avucuna aldığı fındıklarla oynuyordu o sırada.

"düşündük, uzun kafa yorulması gereken bir karar olmadı. uzatmaya da gerek yok. jeon jeongguk ve marcella oğlu turan'ı on sekiz mayıs saat sabah dokuz on beşte yakacağız. allah kurbanımızı kabul etsin, iyi ruhlara bahşeylesin inşallah."

cehennem dünyada değildi, cehennem jeongguk'un içindeydi. turanı'mı jeongguk'umun içinde yakacaklardı.




boğazımda bir kesik, gök çatı altında bir oğul eksik - taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin