"Bana saçma sapan insanlar getirme, yalvarırım Yei."
"Neden öyle diyorsun? Ben gayet de inandım kadına."
"O zaman tam bir aptalsın."
At arabası sallanarak ilerlemeye devam ederken sinirle gözlerimi kaçırdım. Derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalışsam da pek başarılı olamıyordum.
"Az bir yol kaldı. Şuan tek düşünmen gereken prensin müttefiklik teklifimizi kabul etmesi olmalı."
Gemi yolculuğu yeterince yorucu değilmiş gibi bir de dinlenmeden yola devam etme kararı almıştık. Yorgunluk ve bu sarsıntılar arasında gerginliğimin hafiflemesini beklemek ölünün hayata dönmesini beklemekle aynı şeydi.
Yola çıkışımızdan günler sonra Osaka'ya vardığımızda, sonunda ayağım sabit bir yere basacağı için çok mutluydum. Arabanın önünde bekleyen onlarca görevli vardı. Kafalarını bir an için bile kaldırmamak üzere sert emirler aldıklarından emindim. Kendi hizmetlilerimden birinin onlardan biriyle konuşmasını beklerken sarayı inceledim. Medeniyet zamanlarında araştırmalarını yapıp hakkında sunumlar hazırladığımız o koca saraylardandı.
"Prens sizi bekliyormuş."
Konuşan adama kafamı sallayıp başka birinin yolu göstermesine izin verdim. Kendi sarayımda yürüdüğümüzden biraz daha hızlı yürüyorduk. Bu sarayın ise, bizimkinden biraz daha büyük olduğunu söyleyebilirdim. Ama estetik açısından, gelecek saraylara kıyasla bile bizimkinin geçilemeyecek bir sınır olduğunu da biliyordum. Fakat bu sarayın enteresan tarafı, her şeyin normalden oldukça büyük olmasıydı.
Boyumun iki katı büyüklüğündeki bir kapı açılınca, yüksek sesli müzik, son derece parlak ışıklar ve yüksek sesle gülen insanlar dikkat dağıtıcıydı. Hepsine bir anda maruz bırakılınca inceleme işlemi askıya alınıyordu.
Kocaman bir küpe takan, oldukça hoş giyinmiş bir adam geniş bir gülümsemeyle üzerime doğru gelirken onun merak edilen prens olduğunu anlamak zor değildi. Zaten kendisi de gülümsemesiyle ünlüydü. Sadece kadınları değil, erkekleri bile baştan çıkarabilen bir gülümseme. Nedenini söylemek ise pek güç değildi.
Prens ile birbirimize karşılıkla olarak layığınca selam verdik. Dakikalar içinde onun masasına oturmuş kendisiyle ve dostlarıyla sohbet ediyordum.
"Buradaki herkesin bizim dilimizi bu kadar iyi konuşabileceğini hiç düşünmemiştim aslında."
"Annem, sizin eski prenseslerinizden."
"Belki ileride tahtan pay istersiniz!"
"Her kraliyette Çin'den gelen bir prenses yok mu zaten?"
"Genelde kraliyetlerin sonu olurlar!"
Prens konuşurken, o bir şey söyledikten sonra peşine bir sürü kişi de bir şeyler söylüyordu. Genel de beni aşağılamak üzerine söylendiği bariz bir şekilde belli olan sözlerden sonra büyük bir kahkaha tufanı kopuyor ve yeniden konuşmak için herkesin sakinleşmesini beklemek gerekiyordu. Ve sonrasında aynı döngü tekrar yaşanıyordu.
Üniversite öğrencisi Sicheng, buradaki herkesi ateşe vermeyi hayal ediyordu. Ama Prens, bunun ne kadar büyük bir hata olacağını biliyordu.
Tüm geceyi bu şekilde geçirdik. Net bir şekilde bir hakaret almasam da, birçoğunu kulak ardı etmek zorunda kaldım. Prens bana karşı oldukça nazik davranıyor ve her dediğime gülümseyerek cevap veriyordu ama yaverleri onun söyleyemediği her şeyi yüzüme vuruyordu.
Saçma balo bitip odama çekilebildiğim zaman, o yatağımı hazırlarken Yei ile konuşma fırsatımız oldu.
"Prens çok güzel gülüyor."
"Öyle mi? Bana tam bir soytarı gibi gelmişti."
"Şşt! Bunlar her yere bir adam yerleştirmiş olabilirler. Dikkat et yoksa dosttan ziyade düşman ediniriz."
Yei, yakışıklı birini gördüğü an canla başla onu savunurdu.
"Yu-ta... Anlamı ne acaba?"
Yatağın hazır olduğunu görünce oturup konuşmaya devam ettim.
"Haklısın, fazla gülüyor. Kötü şeyler yapmaya hazır insanlar kolayca gülebilir, biliyor musun? Müttefik olmak için ne kadar doğru bir insan olduğunu ancak zaman gösterebilir. Dinliyor musun beni?"
"Dinlemiyorum. Yatıp dinlenmelisin. Prens yarının problemi. Yine de, fazladan dostun zararı olmaz."
"Ondan o kadar emin olma."
Daha fazla şey söylemeyip gözlerimi kapattım.
Sabah şenlik seslerine uyanmak zorunda kaldım. Bahçeden öyle bir ses geliyordu ki uyanmamak için sağır olmak gerekirdi. Her hareketimi kontrol etmeye çalışırken sinirlenecek o kadar çok şey vardı ki kriz geçirmemek için ekstra bir çaba harcamam gerekiyordu. Yei'nin ortada olmamasından dolayı hızlıca giyinerek bahçeye çıktım.
Gerçekten de, sanki bir şenlik varmış gibi kalabalıktı bahçe. Bütün bu kargaşanın nedenini anlamak için etrafa bakınırken prens, gülümseyerek, karşımda belirdi.
"Kendiniz uyanmanıza çok sevindim! Rahat uyuyabildiniz mi?"
"İsteyerek uyandım diyemem, teşekkür ederim. Oldukça rahattı."
"Şimdi herkes meşgulken ikimizin yalnız konuşabileceğini düşündüm."
Kalabalıktan uzaklaşırken ben de onun peşinden yürümeye başladım.
"Bütün bu gürültüyü yalnız konuşabilmek için mi ayarladınız?"
"İnsan yanında kim düşman, dost tam olarak anlayamıyor. Hepsinden en kolay şekilde kurtulmanın yolu bu."
Bahçenin sakin bir yerinde bulunan minderlere oturmam için işaret ettikten sonra kendisi de oturdu. Ben de oturduktan hemen sonra biri çay getirdi.
"Dün geceki konuşmalar canınızı sıkmamıştır umarım. Nasıl davranması gerektiğini bilmeyen bir grup aptal..."
Doldurduğu çaydan bir yudum alıp bardağı masaya bıraktım.
"Sorun değil. Bunlara alışık olmayan bir prens düşünülemez."
Dünden ve az öncekinden farklı olarak oldukça minik bir tebessüm etti prens. Kendisi de çayından birkaç yudum aldıktan sonra yeniden konuşmaya başladı.
"Açıkçası geldiğiniz için memnunum. Gerçekten konuşabileceğim biri olacağınız umuyorum."
"Kardeşiniz yok mu?"
Kafasını iki yana salladı.
"Tahta geçmek kolay oldu. Sizin o kadar olmayacaktır diye düşünüyorum."
"Tahtta gözüm yok. Hatta bütün uğraşım, abimin geçmesi için olacak."
"Buna karar vermeniz için erken."
Bir süre boyunca ikimiz de sustuk.
"Dostluk zamanla inşa edilen bir şey. Sanırım bir süre misafirimiz olmanızda bir sakınca yoktur."
Geldiğimden beri ilk defa gerçek bir şekilde gülümsedim prense.
"Başka bir şey isteyemem."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
long lost | yuwin
Fanfiction"Sadece hayatımı yaşamak istiyorum. Sürekli saklanmama rağmen günlerimi çalan suikastçilerden bıktım." mrew127, teşekkür ederim ve umarım beğenirsiniz