Aynı anda iki hayatın anılarına sahip olmak, hayal bile edilemeyecek bir şeydi. Prens Sicheng, kim olduğunu bilen ve hayatı için sürekli savaşması gereken biriydi. Fakat 21. yüzyıldaki Sicheng, sadece bir üniversite öğrencisiydi. Renjun onun kuzeniydi ve ikisinin hayatı için çabalayıp duruyordu.
Kişilik bölünmesi yaşayan hastalar gibi olduğuma inanıyordum. Bir rüyadan uyanalı bir ay oluyordu. Bu saray hayatını unutmamıştım elbette ama medeniyetin henüz bulunamamış olduğu bir dünyada olmak, nasıl bir şey olduğuna bilen kişiliğimi zor duruma sokuyordu. Bazen, belki de sadece deliriyorumdur diye düşünüyordum ama Renjun ile, ya da arkadaşlarım ile olan anılarım o kadar gerçekçi ve onlara karşı olan sevgi ve özlemim o kadar şiddetliydi ki, bütün bunların birkaç saate sığdırılmış görüntüler olmadığına ikna ediyordum kendimi.
Her sabah, eğitimim vardı. Yaşadığım küçük kazanın, ki tüm detayları hatırlıyordum ve kesinlikle kaza değildi, ardından kral tamamen sağlıklı olduğuma ve görevlerimi aksatmamam gerektiğine karar vermişti. Çağdaş kişiliğim ebeveynlerimin dediklerini yapmak zorunda olmaktan nefret etse de, gerçek ben onlara karşı herhangi bir isyan hareketinin anında ölümle sonuçlanacağını biliyordu.
Tek prens ya da tek varis olsaydım beni öldüreceklerinden bu kadar emin olamazdım belki. Fakat değilken, ve kardeşlerim bu kadar güçlü rakipler haline gelmişken kendimi tehlikeye atacak herhangi bir şey yapmak istemiyordum.
Büyük kardeşim Kun, tahta en yakın olandı. Ve babamızın ölmesini iple çektiğinden emindim. Fakat küçük kardeşim için aynı şey geçerli değildi. Xiaojun, barış yanlısı bir prens olduğunu ve tahtta gözü olmadığını gayet açık bir şekilde belli ediyordu.
Eğer rekabetimiz sadece kardeşlerimle aramızda olsaydı ağabeyimin tahta çıkmasını seve seve kabul ederdim, çünkü ne kadar iyi bir kral olacağını defalarca kanıtlamıştı. Fakat bu yarışa dahil olan kuzenlerimle ilgili şüphelerim vardı ki, onların krallığı felakete sürükleyeceğinden neredeyse emindim. Bu nedenle, yıllar önce kardeşlerim ile her zaman birbirimizi kollayacağımıza dair bir yemin etmiştik.
Renjun olsaydı kuzenlerimizi ortadan kaldırmaya yönelik çalışırdı, biliyordum.
Malum kazadan önce aldığımız haberlere göre kuzenlerimizden biri bir krallık ile iş birliği yapmıştı. Ne krallıkla ilgili ne de bunun hangi kuzen olduğuyla ilgili elimizde hiçbir ipucu yoktu ve bu da işimizi oldukça zorlaştırıyordu. Aldığımız karara göre kardeşlerimle birlikte krallığın farklı yerlerine dağılarak hedef şaşırtacaktık. Fakat benim durumum planlarımızı değiştirmişti.
Şimdi yaşadıklarımı onlara anlatsam benden tümüyle umutlarını keseceklerinden endişeleniyor ve bu sırrımı sadece Yei ile paylaşıyordum. Son konuşmamızda bana durumu net bir şekilde açıklayacak güvenilir birini bulmasını emretmiştim. Haftalar süren araştırmasının sonucunda şimdi kapının önünde yaşlı bir kadınla bekliyordu. Kadını kolundan tutarak önüme kadar sürükledi ve zorla selam verdirtti. Çağdaş benin asla hoşlanmadığı bir hareketti herkesin önümde eğilip durması.
"Kimsin?"
"Benim kim olduğumun bir önemi olduğunu hiç sanmıyorum prens hazretleri..."
Kadının kafasına takılmış toka vari eşyalar, boynundaki takılar ve yüzündeki çizimler kendisini yeterince ürkütücü yapmıyormuş gibi bir de adını söylemekten kaçınıyordu. Yei'ye kısa bir bakış atınca konuşma gereği duyacağını biliyordum.
"Uzaktaki köylerden birinde buldum. Büyükannem tanırmış kendisini."
Yanıma yaklaşıp kulağıma eğildi.
"Köylüler üstün güçleri olduğuna inanıyor."
İster istemez gözlerimi devirdim.
"Eminim öyledir..."
Kadına elimle işaret vererek başlamasını istedim.
Elindeki su dolu kaseyi yere bırakıp önüne çömeldi. Ağzının içinde bir şeyler mırıldandıktan sonra aya baktı. Sonra gözlerini bana çevirdi.
"İkinci bir hayatı bilmek prens hazretleri, sakın sizi ikileme düşürmesin. O hayat gerçek değildi."
Suyu bir bardağa boşaltıp bana uzattı.
"Eğer, o anıları istemiyorsanız bu suyu için. Ama eğer içmezseniz, siz ölünceye kadar ve hatta sonrasında da sizin peşinizde olacaklar."
Suyu kenara koyup kadına iyice yaklaştım. Kılıcımı görebilmesini sağladıktan sonra kısık sesle konuşmaya başladım.
"Senden anılarımı yok etmeni istemedim, neden oraya gittiğimi anlat bana."
Kadın hiç korkmuş görünmüyordu. Hatta aksine, şimdi kendine daha çok güveniyormuş gibi görünüyordu.
"Siz, acılar içindesiniz. Tanrı'ya öyle bir sitem ettiniz ki size bir şansa daha verdi. Fakat döndüğünüze göre, o şansı çok iyi değerlendirememişsiniz demek ki..."
"Geri gidebilecek miyim?"
Kadın güldü ve benden iki adım kadar uzaklaştı.
"Suyu içmezseniz, belki bir gün gidebilirsiniz. Ama bunun için daha önce hiç tatmadığınız acılar yaşayacaksınız. Tavsiyem, suyu içmeniz ve her şeyi unutmanız yönünde olacaktır..."
Suya kısa bir bakış attım. Kadına tekrar döndüğümde artık gözlerinde beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Ona güvenmemi engelleyen ama aynı anda da inanmamı durduramayan bir şey vardı.
"Nereden biliyorsun bütün bunları?"
Gözlerini kapattı ve gülümsemesini genişletti.
"Aynılarını yaşadım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
long lost | yuwin
Fanfiction"Sadece hayatımı yaşamak istiyorum. Sürekli saklanmama rağmen günlerimi çalan suikastçilerden bıktım." mrew127, teşekkür ederim ve umarım beğenirsiniz