"Buraya gel." Jimin mütevazi kıkırdamalarıyla Yoongi'nin kolunu kavradığında nazikçe çekiştirmeye başlamıştı. Heyecanlı adımları hızlandığında Min, ona yavaş yavaş uyum sağlamak zorunda kaldı ve önündeki bedenin arada ona dönen yüzüyle ne kadar canlı gözüktüğü konusunda derin bir hayret yaşadı. Tüm o saçaklanan saçları, yumuşak boynundaki minicik sarı kılları, yanağındaki gözenekleri... Sırtındaki kaslarının her hareketinde çukurlaşıp kasılması ve pantolonunun gıcırdama sesiyle kanlı bir beden sıcak tenini kendisine değdirdiğinde olabilir mi, diye düşündü. Bu yaşadığım, gerçek olabilir mi?
"Hızlanmalıyız!" Sarışın, yüzündeki büyük gülümsemeyle ona seslenmişti. Sanki koştukları yer artık kasvetli bir ileri zamanın soğuk binaları değil, geçmişin ağustos böcekli sıcak topraklarıydı. Siyah saçlı ve yirmilerinin sonundaki adam önündeki oğlana yeni tanıştığı tanrısı gibi bakıyor, o zavallı çehresinden akan hayranlıkla kaşlarının orta ucu yukarı kalkıyor, kime yalvardığını bilmeden içinden lütfen, geçiriyor ve bu lütfenler artıyor... Tıpkı rüya olmasın, gibi. Tıpkı yalvarırım, tıpkı, bu yaşadığım gerçek kalsın, gibi...
Çatık kaşlarını düzene sokup hızını arttırmıştı. İkisi rutubetli, koyu alandan aşağıya inmek için merdivenleri tercih ettiğinde Yoongi'nin kalbi hızlanıyordu.
"Bekle," diye seslenmişti Min. "Aşağıya kadar yürüyemeyiz."
"O yüzden Uber çağırdım." Jimin ona kaşlarını kaldırarak yan bir sırıtış koyarken karşılarına çıkan kapının önünde durdu.
"Ne zaman?" Yoongi ona baktığında sesini zor bulmuştu. Jimin başını iki yana sallayıp gülerek küçük eliyle önündeki demir sapı kavrıyordu, cevapsız bırakılmak Min'i az buz rahatsız hissettirmişti.
"Bir dakikaya burada olacağını yazdı." Park, bir eliyle araladığı elli senelik eski kapıyla Yoongi'nin daha önce fark etmediği bir telefonu diğer parmaklarıyla yüzüne tutuyordu. "Bana bu arada ne yapmak istediğini detaylamak ister misin?"
"Ne?" Afallayan kişi çıktıkları alanda etrafına bakınmış, her gün gördüğü manzaraya yeniden denk gelmişti. Gökyüzünden sarkan yarasamsı şeritler, yerden çıkıp dikenlice kaktüs olmuş fabrikalarla birleşmek üzereydi ve ortadaki meydanda hava trafiği uçan bisikletler, arabalar barındırıyordu. Öteye bakıldığında spiral şeklinde kaybolan bu düzeni görmek her seferinde içini daraltırdı.
"Önemi yok, nasıl olsa biliyorum." Jimin ona anlayışla bakarak ekledi. "Sadece susup kalma öyle, hele ki ben senin konuşmaya can attığını bilirken." Kollarını Min'in boynuna dolayıp yüzlerini birbirine yaklaştırıyor, o sırada gözlerine sokakların yapay yansıması vuruyor, tehlikeli bir sevimlilikle Yoongi'yi etkisi altına alarak girdabına çekiyordu.
"Şu hüzünlü çehreye de bak..." demişti, yumuşak tonuyla mırıldandı ve başını yana eğip bir süre sessizliğini izledi. Yoongi o gür bakışında bir anlığına kaybolduğunu düşünmüştü. "Nasıl hüzünlü görünüyorsun öyle." Jimin bir elini önündekinin çenesine yaslamış ve çiseleyen karamsar havada güneş gibi parlamıştı.
"Her zaman yalnız olmak zorunda değilsin Min Yoongi, artık bana yaslanabilirsin."
Yüzünü ötedeki evlere çevirip başıyla işaret etti, her rengin bulunduğu uzaktaki odaları gösteriyordu. "Şu ışıklar..."
"Hepsi ne kadar karanlık." Çenesindeki elini indirip beline yerleştirdi sakince ve dudaklarını soğuk yanağa yasladı. Küçük bir öpücük sessiz geceye karıştığında çağırdıkları araba yanlarına varıyordu.
"Hadi," Tekrar Yoongi'den uzaklaşıp bileğini kavradığında "gidelim," dedi ve beyaz kapağını kaldırdığı Tesla'nın rahat koltuklarına yerleşmelerini sağladı. Şoförsüz bu araba iki kişilik yapısıyla mentol kokarken Min, büyük camın ardından kendi silik yansımasıyla karşılaştığında ne kadar yorgun gözüktüğünü mor göz halkalarıyla anladı. Biranlığına hiçbir şeyin yolunda gitmediğini tekrar hatırladı ancak ardından omzunda hissettiği baskıyla dikkati dağılmıştı. Kendisine yaslı sarı saçlar arabanın hareketiyle dalgalanıyor, böylece burnuna naneden daha ferah ve rahatlatıcı bir koku geliyordu.
"Jimin." diye mırıldanmıştı ama devamını getireceği yoktu. Sadece tüm bu olanlar, doğduğundan beri yaşadıklarından farklı ve acınası hissettiriyordu. Onun varlığından emin olmayı istemek yakasını hiçbir zaman bırakmayacak gibiydi. En korkutucu olanıysa sadece dakikalar önce tanıştığı bu güzel adama niye hemen bağlandığını bilmemesiydi.
Park, kaldırdığı başıyla omuzlarının altından ona baktı, dolgun dudakları kıvrılmıştı. İçini duyar gibi "Sorgulama." dedi. "O kararı hiçbir şey düşünmemek, aslında, mutlu olmak için verdin." Sağ eli Yoongi'nin bacağında tırnaklarını batırarak dinleniyordu. "Öyleyse ne diye her şeyi mahvedeceksin?"
Bu felaketti. Park Jimin büyüleyici ifadelerinin yanında böylesine sarsıcı olmasıyla Siren'i andırıyor, derin sesi bir yılan gibi kıvrılıyordu zihninde.
"Saat on bir ve gece yeni başlıyor." Jimin'in arabadaki son sözü bu olmuştu. Yoongi ise onu izlemeye devam ediyordu, kirpiklerinden çillerine ve omuzlarındaki kemiklerinden göğüslerinin ucuna kadar. Park, ona bakmaya devam etmişti, üzerinde hissettiği hayran bakışlardan onun hissettiği düşüncelerine ve koyu irislerden açık tenine kadar.
Binaların izin verdiği kadarıyla kendini yere atan yağmur tamamıyla durmuş ve ayın bedeni insanlarınkinden sönük kalmıştı. Yine de o gece güzeldi. Yoongi'nin yirmi altı senelik hayatında yaşadığını hissettiği tek saatler o zamanlar olmuştu.
______________________________________________
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hands of Death | Victim No: 3002
FanfictionYıl 2202 ve Min Yoongi ona oynanan oyunlarla çevrili.