"I like that..."

14 3 3
                                    

Eski yatağa girmiş iki beden sarılırlarken Yoongi uyuyordu, yüzü hâlâ Park'ın genç gerdanına gömülmüştü ve bir kolu sırtından sarkıyordu. Jimin kolunun üstündeki adamın saçlarını sakince okşadığı sırada onunkiyle birbirine dolanmış bacaklarına baktı.

"Hey."  Sadece birkaç saat dinlenmek isteyeni uyandırmak üzere gözleri telefondan gördüğü saate kaydığında, küçük buseleri bir sevgili gibi Min'e konmaya başlamıştı.

"Yoongi," Sarılı nazikti. Kedi gibi mırlarken küçük burnunu siyah saçlarda karıştırıyor, diğeri bunun bir rüya olmaması için dua ediyordu. "Kalkmalısın."

"Hm?"

"Acıkmış olmalısın." Sarışın, dirseğinden destek alarak sakince kalktı. Yoongi'nin kafası çıplak koyundan yastığa kaymış ve dudakları içgüdüsel biçimde seslenmişti.

"Jimin-ah?"

"Geliyorum." dedi doğrulan. Jimin üstüne gardıroptan bulduğu kazaklardan birisini geçirdikten sonra tın tın ilerleyerek dışarıya çıkıyor, Yoongi, açılan kapıyla cayır cayır yanan sırtına değen rüzgarı hissettiğinde kalkıp kenara attığı kıyafetini üşüyerek üstüne çekiyordu.

"Sen uyurken bir iki şey sipariş ettim." Jimin drone'nin yere bıraktığı şişeyi aldı, açılan kutunun iç kısmına telefonunu okuttu ve duyduğu onaylama sesiyle ödemeyi yaptığını anladı. Uçan motorlu, gürültülü kanatlarıyla geri gittiğinde genç oğlan beyaz içeceği yatakta oturarak gözlerini kısan adama götürüyordu. Yoongi ona uzatılan ve bir öğünlük yemeğin tüm besin değerlerini karşılayan şişeyi aldığında yutkundu. Tadından nefret ediyordu, yine de bu şeyi alanın varlığı sanki sıvının rengini bile güzelleştirmişti.

"Teşekkür ederim." Jimin gülümsediğinde bir "Önemli değil," mırıldıyordu. "Birazdan gideceğiz, o yüzden hızlıca iç."

"Nereye?"

"Bilmem, nereye gitmek istiyordun, sen söyle." Yaramazca söyleyen hınzırca baktığında Min, anladı.

Ah, bu çok beklendikti.

"En iyi mekanlardan birisini seçtim. Bayılacaksın."

"Sen öyle diyorsan." Yoongi dibini boyladığını yüzünü buruşturarak kenara bıraktı ve sessizce onu izleyen suratın parıldadığını fark etti. Bu özel hissettiren jest, her seferinde karnını gıdıklıyordu.

"Şu anda fena seksisin." Jimin hayranca konuşan çocuklara benziyordu, siyahlı bunu düşündüğünde kendini gülerken buldu. Sinirleri bozulmuş gibi ama aslında çok hoşuna giden bu cümle elleriyle saçlarını karıştırmasını sağlıyor, kahkahalarının artmasına neden oluyordu. Ufak bir şaşkınlık yaşamasaydı belki bu kadar kıkırdamazdı. Aslında Min, ne olursa olsun kıkırdamazdı, o hiç gülmezdi. Niye böyle olduğunu anlayamıyor, bundan fena ürkmeye başlıyor ancak o umursamazlık... O tilki hoyratlık mantığını çalıştırmıyordu.

Kafasını sağa sola sallayan Park, ona uyum sağlayıp gülümsemesine ortak oldu.

"Hah, sağ ol ya." Aslında bir yandan ne kadar hırpalanmış ve korkunç göründüğünü hatırladığında bir miktar dalga barındırabilecek bu iltifatı geçiştirmeye karar vermişti.

"Abine benziyorsun." dedi Jimin bir anda. Uzaktaki çerçeveyi işaret etmişti, Yoongi otuzlarını geçen kardeşini düşünmeseydi eğer sarışının gözlerindeki ifadeyi yakalayabilirdi belki de. Belki, o dalgın, özlem dolu irisleri anında sezer ve... Her şey farklı olabilirdi, her şey sarpa sarardı. Fakat Min fark etmemişti. O anda o şöyle düşünüyordu: Büyük ihtimalle abisi yakında başkanı olacağı şirketin koltuğunda oturmuş, evrakların arasında işini yapar haldeydi ve siyah saçlı, kimse bir şey demese dahi kendini onunla kıyaslarken bulmuştu bile.

"Geldi." Yeni bir Uber kapılarını bulduğunda ikisi ayaklanmıştı. Jimin yere attığı botlarını tekrar ayağına geçirdi ve ardından kolunu diğerinin dirseğine geçirdiğinde yürümeye başladı.

"Gideceğimiz yer şehrin diğer ucunda kaldığından varmamız bir on dakikayı alır." Kapı aldığı istikametin ödemisini çektiğinde açılmıştı. Yoongi siyah koltuklara yanındaki ile beraber geçti ve Jimin önündeki aygıttan Debussy parçalarından açtığında o gecenin ikinci yolculuğu başlamış oldu.

"Aslında beni şaşırttın." diyordu sarışın. "Sakin bir insana göre fazla gürültülü orası, değil mi yoksa?"

"Ben de bilmiyorum." Park, koltuğa yerleştiğinde beyaz ellerden bir tanesini alıp siyahlının eklemlerine masaj yapmaya başladı.

"İşime gelmedi değil." İtiraftan sonra kırmızı büyük dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"Hmm." Yoongi ona serin bir iştahla bakıyor, kulaklarını dolduran müzikle ayrıntılarını izliyordu. O sıra büyüleyici güzellikteki oğlanı incelerken aklına ne çocukluğunun dramatik bitiş şekli ne de istifa ettiği mesleğinin berbatlığı geldi. Sadece izlemişti olacaklardan bihaberce. Tek değildi ve bu ona yetiyordu.
Gözleri düşmüş kıyafetiyle düşen omzuna kaçtığında yutkundu. Şöyle resime uzaktan bakınca aslında yanıbaşındaki mucizenin hem sevişebilecekleri kadar yakınında hem de görülemeyecek kadar uzakta olduğunu anladı.

"Benden etkileniyorsun." Dürüstlüğüyle önce bodaladı, onra utanarak bakışlarını kaçırdığında "Üzgünüm," diye geveledi. Ah, bu çok utanç verici olmuştu, şimdi tam bir sapık gibi gözüküyor olmalıydı. "Seni rahatsız etmek..."

"Hayır, hayır!" Jimin tatlı bir telaşla onu kesti ve tekrar kendisine bakmasına neden olacak şekilde boynunu kavradığında "Bunu sevdim." dedi. Yoongi göğsüne aniden gelen rahatlığın etkisiyle nefesini vermişti.

"Bu beni rahatsız etmiyor, bana doya doya bakabilirsin Min Yoongi."

____
Son 3 \(^.^)/
               |
             /  \

Hands of Death | Victim No: 3002Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin